30 Aralık 2010 Perşembe

aşk cebiri

Bir kadın sevme ihtimalime 1/100 veriyorum, bir kadının beni sevme ihtimaline de 1/1500 verdiğimde ortaya çıkan rakam 1/150000. Ne dersiniz? Evet dediğinizi duyar gibiyim sevgili istanbullular.

29 Aralık 2010 Çarşamba

bunları alın ablacım.


bunları alın ablacım.

abi çok az kaldı. bugün salı. 3 gün daha hasta olmazsam, bu dönemi hasta olmadan bitirmiş olacağım. bu benim için çok ekstraordiner bir durum. biraz düşündüm. neden diye sordum. zira bugün orçunun arabasıyla döndük eve.

1. sisim var. vücut direncimi artırıyor.

2. ablacım var. abla girmeyen eve doktor girer. evin temiz olursa kalbin de temiz olur.

3. kütüphane sıcak valla, bi daha kayıt döneminde "75 lira para veriyoruz, bunlar nereye gidiye yeea" demeyeceğime söz veriyorum.

4. havalar soğumadı gitti. hayır ince çıkıyorum, yine hastalanmıyorum.

5. her hafta düzenli sporumu yapıyorum.

6. deri ceket. deri ceket yani.

bu hafta da hastalanmazsam hepinize kebap ısmarlıycam.

21 Aralık 2010 Salı


Check-up sonuçlarını açıklıyorum:

Boyum 1.64.
Fikir vermesi açısından
Woody Allen 1.65
Emre Belözoğlu 1.71
Akon 1.78

Kan verirken fenalaşıyorum.
Fikir vermesi açısından
Gözler kararıyor
Beniz soluklaşıyor
Hemşireler gülüşüyor

AIDS değilim.
Fikir vermesi açısından
Bu aralar sevişmiyorum,
Yalnızım,
Bu aralar sevişmiyorum.

Check-up keyfini American Hospital'la yaşayın.

19 Aralık 2010 Pazar

fifi


cuma rapor geldi. update ettik. deneysel, uçkur, ceset, fifi, sessiz ölüm. google'a fifi yazdım, bu fotoğraf çıktı. 3 sene sonunda beni bile alıştırdınız lakabıma, teşekkür ederim.

fifi.

değişmez di mi, bundan sonra?

13 Aralık 2010 Pazartesi

nevermind bebeğim


Cezaevi arabasına bindirilen bir babanın oğlu arabanın arkasından koşuyor,gözlerim doldu hafiften bizde duygusal adamız ama on dakika sonra kendi dertlerime hem de hiç önemi olmayan dertlerime döndüm yüzümü.90’lı yılların ortalarında çağrı atma diye bir olay vardı.Artık kalmadı belki bugünkü karşılığı face’ten poklamak olabilir.Bazen samimi bir mesaj insanı uzaklara götürür ve ben hep o uzakların ağzına sıçarım.Sonra pişmanlık,amına koyduğumun pişmanlığı.Pişmanlık bana hep özletir.Bu aralar soğuk günlerde yatakhaneden bahariye’ye çıkmayı özlüyorum.Başka şeyleri özlediğim için özlüyorum.Özlediğim için içiyorum,özlediğim için kusuyorum.Ama her seferinde ortalığa kusuyorum.Boş ver ihtimalleri ihtimal falan yok bu gözlerde sadece özlem.Özlem kim ulan?Benden daha iyi insanlar var etrafta, onlara bakıp utanıyorum.Utandığımda konuşamıyorum.Utanmak kötü.Ben denizde şaka yapıyorum sonra şakaları kaka yapıyorum.Hadi ben arka odaya geçiyorum,görüşürüz.

8 Aralık 2010 Çarşamba

Kalecinin penaltı anındaki endişesi


Teklifine cevap bekleyen yağız bir delikanlının endişesi ve heyecanı nasıl tarif edilir? Tatlı hayaller düşler sahnesinde bir bir gezinirken, yüksek ihtimalin hepsini yok etme olasılığı nasıl bir şeydir? Kalp ritm duygusunu kaybettiğinde pankreasın normal işlediğini kim iddia edebilir? Bu telaş başka neye benzetilebilir? Batuhan zarif, Batuhan klas, Batuhan çabuk.. Allah vergisi bir yetenek golle burun burunayken ayağını nasıl yere vurabilir? Gazamız mübarek olsun çocuklar. Hayat tek, biz hepimiz.

6 Aralık 2010 Pazartesi


bina sessizdi, hatta bi ışık yanıp sönüyodu falan. filmlerdeki gibi. iki kat aşağı indi ve üzerinde bay wc yazan kapıyı iterek içeri girdi. florasanlar yandı. "biri geldi lan, kalkın" dercesine. bi tanesi uyanamamıştı hatta, geç yandı. en sağdaki pisuvara gitti. eğer boşsa, her zaman en sağdaki pisuvarı tercih ederdi. dalgındı. 10a kadar saydı. durdu. başını pipisinden kaldırdı ve yukarı baktı. irkildim. "bu nasıl bi karakter amına koyim" dedi. "bu mu yani yapabildiğin, 'Her zaman en sağdaki pisuvara giderdi.'?". okuyucularım küfür etmeme pek alışık olmadığı için şaşırmışlardı. kulaktan kulağa fısıldayanlar vardı, bir de kahkaha atanlar.

yanına bir adam geldi, o saatte o binada başka bi adam. heralde onun da dersi vardı o saatte. bunlar güzel kafalar diye düşündü kendi kendine. bu saatte derse falan giriyoruz. biz başka türlü insanlarız. şöyle bi süzdü yanındaki adamı. biraz boyu uzundu. ethan hawke'a benziyor diye düşündü. this is HOLLYWOOD. işi bitmişti. toparlandı. elini yıkadı. kurulamadı, kel kafasında gezdirdi ellerini. seksi ha?

bina sessizdi, hatta bi ışık yanıp sönüyodu falan. filmlerde oluyor ya korku unsuru hesaabı. bi kat aşağı indi ve üzerinde bay wc yazan kapıyı iterek içeri girdi. içeride biri vardı. en sağ pisuvardaydı. kendi kendine konuşuyor gibiydi. yukarıya bakıp falan. içinden bu nasıl anlatıcı diye geçirdi. zaten olayın nasıl geliştiğini okuyucu anlardı ne de olsa, bu kadar ayrıntıya gerek var mı. sesini çıkarmadı. zaten çıkaramazdı. ağzına sıçardım. fermuar açıldı.

bilmeyenler için bu olayı biraz daha ayrıntılı anlatmakta yarar var. erkekler tuvaletinde pisuvarlar vardır. mutlaka görmüşsünüzdür. ayakta işeyebiliyoruz biz. ben ilk blog olaylarımda bu lütfa şükretmiştim. ayakta işemeye övgü. fermuarı açıyosun, çok afedersin malı çıkartıyosun ve gerisine karışmıyosun. temiz iş. en sonunda pıt pıt iki sallayıp geri koyuyosun. bunlar gerçek. daha çok överim de. kylie minogue'un son videosu var şu anda vh1da biraz dikkatim dağılmış durumda.

yanındaki adama baktı. biraz kısaydı. çok sakalı vardı. önüne döndü. kylie'yi düşündü. yanındaki adam işini bitirip çıkarken dans ediyordu. bi yandan ihtiyacını giderirken bi yandan show me yo genitals şarkısı eşliğinde dans ediyordu. ayakta işeyebildiği için bir kez daha mutlu oldu. elini yıkadı. kurulamadı, kel kafasında gezdirdi ellerini.

tam o çıkarken ben girdim içeri. kulağımda kulaklık, hiç sahip olmadığım rihanna şarkıları dinliyorum. gittim işedim. benim programım music for the masses.

Come here
Rude boy, boy
Can you get it up
Come here
Rude boy, boy
Is you big enough
Take it, take it
Baby, baby
Take it, take it
Love me
Love me

Rumuz: PostmodernizmleTKdersindeOkuduğumBirHikayeKitabıİleTanıştım

2 Aralık 2010 Perşembe

Los Angeles




Şükran Günü sebebiyle gittiğim Los Angelestan yeni döndüm. Amaç hindi yiyip arkadaşın muhteşem manzaralı evinde 4 gün vakit geçirmekti. Amaca ulaştim ama çok farklı kafalarda dolaştım. Evin garajındaki Porsche tan bahsetmeden geçemeyeceğim. Birde elemanın babası avukat. Amerikan rüyasını yaşadım. Yaşamakla kalmayıp sömürdüm. Beverly Hillste köpek gezdirip Authentic Turkish Rug dükkani açmayı hayal ettim. İskender yiyip üstüne Meksikan karaoke partisine gittim. Detay isteyenler asağıya.

Yola çarşamba sabahı çıktık. Tayfa 3 kişiydi. Ben, Amerikalı Arkadaş ve İngliz kız. Uzun bir yolculuktan sonra arkadaşın eve ulaştık. Bizi üvey annesi ve babası karşıladı. Her ecnebi gibi ismimi telaffuz etmede sıkıntı yaşadılar. Daha sonra gümüş çatal bıçakla tatlı getirdiler. İlk dakidan golü attılar. Aha dedim film başlıyor. Gümüş çatal bıçak artı tatlıdan sonra buzlu bademi beklemeye başladım. Maalesef gelmedi. Arkadaşın ısrarı sonucu sahile indik. Orada bir elemanın evine gittik. Takıldık ettik geri döndük. Vasattı.

Perşembe günü Şükran günüydü. Bizim bayramdaki gibi akraba ziyareti yaptık. İlk once elemanın öz annesine gittik. Annesine bizim geleceğimizi söylememişti. Annesi bize uzaylı gibi baktı biraz. Zaten hafiften tırlatmış. Eve ne bulduysa doldurmuş. Artistim diye geçiniyor. Neyse dışarı çıktık İngiliz kızla bir hava almak için. İçeri girdiğimizde kadın bir anda sıcakkanlı moda geçti. Sarılmalar özür dilemeler felan. Whaz up teyze whats goin on there dedim. Kusura bakma anam dedi alien zannettim sizi. Sonra dünyanın en tırt kahvaltısını yaptık. Fare yese doymaz o derece. Herşey organik felan ama iki gram koymuş teyzem. Neyse dedim bunların adet böyle. Daha sonra Venice Beache gittik. Adamlar plajın kıymetini biliyorlar. Temiz tutmuşlar hep plajı. Full evsiz doluydu sahil. Sonra eve geri döndük. Arkadaşın babası ve üvey annesiyle hindimizi yedik. Onlarda farklı bir kafadalar. Mutlu triplerindeler ama mutlu değiller. Yanlızsın bir kere garajda Porsche olsa ne olur. Neyse dayıyıda hoş görmek lazım. Sistem böyle burada. 70 lerde Türkiyeye gelmiş. Maceralarını anlattı. Atatürk hayranıymış. Ama Che’nin çantasından Nutuk çıktığına inanmıyormuş. Hayal kırıklığına uğradım.

Daha sonra Amerikalı arkadaşın arkadaşının evine geçtik. Orada çok ilginç bir karakter vardı. Afganistan’da asker olan kuzenleri onların evdeydi. Eleman İngiltere doğumlu. Kafayı yemiş manyağın teki. Korktum bir an şimdi banada saldıracak diye. Yakın durmamaya çalıştım.

Cuma günü Beverly Hillse gittik. Oh yeah I wanna yeah. Görmediğim kadar lüks araba gördüm. En son görüğüm araba özel yapım Bugattiydi. Ehh artık bokunu çıkardınız dedim. Hollywooda geçtik orada. Yıldızları gördük. Ama kaldırım taşı olarak.

Cumartesi günü. Gezi boyunca en eğlendiğim tatmin olduğum (lan yoksa?) gündü. Elemanın annesine gittik. Sonra internetten bulduğum Türk restoranına gittik. Okuldan diğer arkadaşlarda geldiler. Siparişleri ben verdim. Zaten elemanlar yemek isimlerinden bir şey anlamıyorlar. Ortaya döşedim. Çoban salata, içli köfte, sigara böreği, pastırma, kıymalı börek, dolma birde babaganuş söyledim. Ortaya da kuzu ve tavuk şiş artı et döner ve iskender söyledik. Gençler utanmasa tabakları yalayacaklardı. Sünnet ettiler bütün tabakları. Tatlı olarak ayva tatlısı, kaymaklı ekmek kadayıfı ve kazandibi söyledim. Türk kahvesi içtik birde üstüne. Tatlılara bayıldılar. Türk kahvesinde fal muhabbeti döndürüp prim yapmak istedim. Ama falımıza bak diye tutturdular. Yok dedim o beni aşar. Yemekler Türkiye standardlarının üstündeydi. Pazar günüde geri döndük.

Genel olarak Los Angeles gezim güzeldi dostlar. Salı günü akademiyle hesaplaşmam var. Çarşamba yeğenimin yanına gidiyorum. Behzat Ç. yi yayından kaldırıyorlarmış. Göz yaşlarımı tutamadım bu haber karşısında. Fotoğrafta kimin hangi ülkeden olduğunu bilene benden çeşitli hediyeler var. Kalın sağlıcakla.

1 Aralık 2010 Çarşamba

Ginsberg usta ve haikular


Drinking my tea
Without sugar-
No difference.

Çayımı içmek
Şekersiz-
Fark etmiyor

--------

The sparrow shits
upside down
--ah my brain&eggs.

Serçe sıçrıyor
baş aşağı
ah! beynim ve yumurtalar.
çev:Cavit Mukaddes
kadıköy underground v.7

28 Kasım 2010 Pazar

western

sabah uyandığımda kendimi yine çok batılı buldum. efendi gibi duşuma girip, brunchıma gittim. anlattığım hikayelerle ortamı kırıp geçiyor, adeta ortamın yıldızı oluyordum. parasını verdik neden duralım ki mantığıyla peynire vurdum, reçele vurdum, bala vurdum, hatta mala vurdum.

ortamlarda apo geyiği hala prim yapıyor, yeni jenerasyon yemez, ama gerisini kandırabilirsiniz. yaau bizim bi hoca vardı yeşil kalemle bismillahirrahmanirrahim yazınca 100 verirdi yani inanır mısın yaaau. bilmiyorum belki gerçekten efsane olabilir apo. ama hepimizin bir kopya hikayesi var ve arkadaşlar kabul edelim ki hiçbiri de bir diğerinden daha üstün değil. ama ben durmadım. ben yine anlattım. bi kere işte yine kopya çekiyorum... e ben şimdi bunu anlatmıyım da ne anlatıyım. aklımda bi kız var, gece rüyama girmiş, italyanca mı biliyosun sen diyor, onu mu anlatıyım? akşamki maça bi haftadır kafamda kurmaya çalıştığım kadroyu mu anlatıyım? tarkanın şarkılarını modifiye edip yazdığım leş tezahüratları mı söyliyim? yoksa poincare recurrence theorem'den mi bahsediyim? sosyalleşmek bu galiba. münir sana çok özeniyorum, bazen.

motorsikletime babam tarafından el konduğundan beri okula değişik yöntemlerle gitmek zorunda kalıyorum. pazar ve çarşamba yürüyerek, pazartesi, salı ve çarşamba ise taksiyle gittim. sabah otobüslere binememem ne kadar elitleştiğimin bir göstergesi olabilir mi? gerçekten binemiyorum, şaka değil. bankada param falan var benim, zenginim lan ben. yeni tanıştığım bir insana karşı en büyük düşmanım mizah anlayışım. insanlara ciddiye alacakları şeyler söyleyip, almamalarını bekliyorum. ama scary larry. öptüm.

yılbaşı için çılgın bi fikir geldi bugün dayımdan. maceraperestim olm ben. ayrıntılar daha sonra. hoşçakal. wikileaks gelecekmiş, ben gideyim.

27 Kasım 2010 Cumartesi

Boğaziçinde Kış Kuzeyde Yaşanır.


you can find me in the lib
on the second floor
look mami i got what u need
if u need a full of books
i'm into havin aa
gettin into fun
so come gimme a hug
if you are into gettin lib

hayatım prim olmuş, ben de yazıyorum işte böyle. emrahın kazağı vardı üstümde. dost kazığı yedim, dost kazağı giydim. triphop dinliyorum. hassiktir dediğinizi duyar gibiyim. geçen gün yine arkadaşlarlayız, dedim su içeyim dedim ya, kaybedenler klübü kaydı koymuş kardeşim mp3e, dinledim. az önceki cümlede 5 tane k ile başlayan kelime var. buna sanat derler beyler. işte neyse su içeyim dedim, suyun üstünde son kullanma tarihi yazıyor. dedim hayata bak hava bedava su pet şişelerde. nejat geldi sonra, dedim bu saçlar ne nejat git kestir şu saçları bak ben kazıtıyorum. kaç yaşına geldin be nejat. yakışıyor mu sana? bak gitarının alt teli kopmuş dedim. eyvallah dedi. dedim sinaya da söyle milliyette yazıyor mu hala yazıyorsa ona da yazıklar olsun dedim. Neyse işte bu gece bi yere gittik, tam Haydar Rock Bar'ın üstü. dedim tamam bizim böbrekler gitti. ama takip ettim, bakalım nolcak dedim. Depeche Mode karşıladı beni. dediler ki tamam burası tam senlik, mekana uydun sen dediler. eyvallah dedim, roll vardı, tuvalet sırasında biraz okudum, sıkıldım. ayça geldi.

boğaziçinde kış kuzeyde yaşanır. kütüphane kafası bu, başka yerde bulamazsın. Eskiden New Hall yokmuş, okulu bi de öyle düşünün, bu gece yatmadan önce.

don't smoke too much, don't go there too much

Gözlerimin içine baktı, bir selam bile vermedi. Sigarama baktım, ne olur bitme dedim, öykümüzün altın çağı umrumda bile değil.

26 Kasım 2010 Cuma

Ebe köylü kızı, ebe köylü kızı


Adapazarı Kuzuluk. Sabah ezanında kalkar akşam ezanına kadar top oynardık. Biri niye bu kadar sinirli bakıyorsun diye sordu. Bilmem dedim. Kaşlarım kalın belki ondandır. Birde revivo vardı. Maça girerdi, defans gol atmasına izin verirdi, golden sonra taklasını atıp oyundan çıkardı. Birde ottoman vardı. Hayal meyal hatırlıyorum, alt sahada topu olan çocuk. O çocuk hep ordaydı. Nedense maçlar onun o güzelim sahasında değil yukarıdaki kalitesiz sahada yapılırdı. Ama o çocuk topuyla hep oradaydı, yeter ki(yarın tk sınavı var) gelen olsun.

FT için tarihin bir zevk olduğu bilemezdim. Bilemezdim Bob Marley sabah beni bu kadar korkutacağını. Kedinin saldırısına uğrayan kuşun dramını bir ömür gibi rüyamda yaşayacağımı bilseydim alarmı erteler miydim. Ertelemezdim. Ucunun kaybolacağını bilsem toplamaz mıydım şarj aletini be ablam. Toplardım tabi. Neslişahı bugün bir magazin dergisinde göreceğimi bilseydim ilkokul 1. sınıfta ona karşı dahamı farklı olurdum? Hayır.







24 Kasım 2010 Çarşamba

yok öyle bi dünya


emek sarfetmeden yaşamak istiyorum. hakikaten ekmek elden su gölden olsun şu hayatta. ne bileyim, karnını doyurmak için ya da diğer ihtiyaçlarını karşılamak için para kazanmak zorunda olmamız bile çok gözüme batıyo şu ara. canın yemek mi istedi tık önünde olsun, hayatı paylaşacak bi kadın mı istiyosun, hiç kendine yakıştırmadığın hareketler yapıp kadını etkilemeye çalışmak zorunda olmasak. hayat bayram olsa kısaca, biz göt büyütelim ne güzel olurdu. ya da olmaz mıydı? sıkılırmıydık bu durumdan da? offf kafam taşak gibi...

23 Kasım 2010 Salı

360 İstanbul


Bu aralar telefonunu almak istediğim bir insan var. Uzun boyu, gür sakalı var. Gözlüğü var, beresi var. Türkçe rape saygısı var. Bilin bakalım kim bu dostlar? Bu sabah FT ile çay içtim. Respect. Tupac Shakur ölmedi. Ama ben derse girmedim, aşağı indiğimde de sen yoktun kaarşim, baya bi aradım ama kaybolmuştun. Şu an manzaradayım, kusura bakma.

Kendi adıma konuşayım mı? Çok fenayım. 360 zoom yeteneğine sahip yeni bir radar taktırmış gibiyim. Allahtan akademiye gereken önemi vermekte bir sıkıntım yok. Adam gibi çalışıyorum. Günü gününe tekrarımı yapıyorum. Ama zumumdan geri kalmıyorum. Haberiniz olsun. Arıyorum. Elimde patlayan kağıdı alıcısına teslim etsem mi diye bir düşünce geçiyor kafamdan. Bir sömestrda kaç ezilme egomu eksiye düşürür bilemiyorum. Bu hafta onu hesaplamam lazım. O kadar matematik okuyosun demeyin. Demeyin.

Ellerim var kız gibi. Geceleri hava bız gibi. Ben bu derde düştüm düşeli. Hayat çok anlamsız gibi.

İçinde bulunduğum ruh halini çözümlemeye biraz daha yaklaştım. Ara sıra gözlerim doluyor, ağlamak istiyorsam sebebi ligtvsizlik olabilir. Ben eskiden her hafta en az 3 maç seyrederdim. Hem anaevimde hem öğrencievimde ligtv'm vardı benim. İzlediğim şey çoğu zaman güzel bir futbol olmazdı belki ama ben Liverpool - Chelsea maçı varken Bursa - Denizli'yi tercih ederdim. Benim meditasyonum ligtvydi. Ben Yiğit İncedemir'i milli maçtan önce seyretmemişsem, birşeyler artık eskisi gibi değil demektir.

Üstüne üstlük geçen sene kombinem vardı, 2 haftada bir maça gider, canavarlaşır, efendi gibi evime dönerdim.Bazıları içindekini dansederek döker, ben tribünde bağırarak dökerdim. Artık ikisi hakkında da bir fikrim yok.

Yeni stada kombinem var. Takım bu hafta Kayseri deplasmanından 1 puan alarak 10. sıradaki yerini korudu. Hayır ben yine gidip efendi gibi bağırıcam, onda sorun yok, ama takım kötü giderken taraftar bağırmak istemiyor. O zaman da ben yalnız kalıyorum. Üzülüyorum. Bana yine "Aabi hadi biraz baaarın yaaa fenerlileri dinlemeyi mi geldiniz yeaaa" dedirtmesinler. Yakarım bu gezegeni.

Atkı koleksiyonumuza katkıda bulunan herkese teşekkür eder, anneme geçmiş olsun dilerim.

19 Kasım 2010 Cuma


ibrahim
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim

güneş buzdan evimi yıktı
koca buzlar düştü
putların boyunları kırıldı
ibrahim
güneşi evime sokan kim

asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
buhtunnasır put yaptı
ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
güzeller bende kaldı
ibrahim
gönlümü put sanıp kıran kim

ASAF HALET ÇELEBİ



14 Kasım 2010 Pazar

maydanoz


Sabah kalktım. Fotoğraflara baktım. Hoşuma gitmişti. Bu kızı istiyorum dedim. Akşam dedemle konuşuyorduk. Uçkuruna düşkün adamdan hayır gelmez dedi.

Buralardayım


Bayram sabahı gibiydi kan revan içinde.Telaşlı,sıkıntılı ama neşeli.Gözlerim kan çanağıydı dumanlı bir gecenin finalinde.Ederinden fazla bahşiş vermiş bir adamın tedirginliği içinde.Birilerini mutlu etmek uğrana tedirgin yaşamak.Daha ölmedik demek için alınıp verilen aksak nefesler,nefisler.Yumruklar aldım karnıma yanlış anlaşılmalarda.Hadi son kez sertçe yerleştir karnıma,kendime geleyim karanlık bir kadıköy sokağında.Sabah oldu!Bayram sabahı mı?diğerlerindenmiş.Buna da şükür.

13 Kasım 2010 Cumartesi

âlelâlÂde


"yalanlar hiyerarşisinde hayat en ön yeri işgal ediyorsa, hemen ondan sonra, yalan içinde yalan olan aşk gelir. melez konumumuzun ifadesidir; etrafında topladığı büyük mutluluk ve ıstırap gereçleri sayesinde, kendimize başkasında bir vekil buluruz. bir çift göz hangi yutturmacayla yalnızlığımıza sırt çevirtir bize? zihin için bundan daha aşağılayıcı bir iflas var mıdır? aşk bilgiyi rehavete sokar; yeniden uyanan bilgi aşkı öldürür. gerçekdışılık ilânihaye galip gelemezdi , en yüceltici yalan görünüme bürünse bile... üstelik, kendinde beyhude yere aradığını öteki' nde bulduracak kadar diri bir yanılsama kimde vardır ki? bize tüm evrenin sunamadığını bağırsaklardaki bir sıcaklık mı sunacaktır? oysa ki o yaygın -ve tabiatüstü- anormalliğin temeli de tam budur: bütün muammaları iki kişi çözmek -veya daha ziyade, askıya almak-; bir sahtekârlığın lütfuyla, hayatın içinde yüzdüğü o kurguyu unutmak; genel ıssızlığı ikili bir cıvıldaşmayla doldurmak; sonunda da -ki vecdin karikatürüdür bu- herhangi bir suçortağının teri içinde boğulmak..."***

italikler bana ait. blogdaki darbe havasını bir nebze de olsa geçiştirmek gerekiyordu. budabenimbanadarbem.


*** e. m. cioran-çürümenin kitabı sy. 85

11 Kasım 2010 Perşembe

Caro diario


erken kalkamadım yine bugün. halbuki sirenler çalmıştı saat dokuzu beş geçe. kardeşim dürtmüş beni uyanayım diye, olmamış...


12 gibi kalktım. yine zor geldi okula gitmek ama devam zorunluluğu sen nelere kadirsin.


iki derse girdim bugün. biri kentsel planlama kuramları diğeri kentsel altyapı sistemleri.


her dersten sonra daha da çabuk karardı hava, deniz daha da hırçınlaştı. havalar erken kararıyor artık, bugün bunu anladım.


okuldan çıkamadım bir süre. kahve, içtim sigara içtim. sonra attım kendimi sokaklara. epey yürüdüm. sonra yoruldum, bi taksi çevirdim. takside depresyona girsem mi diye düşündüm. taksici abi yapma dedi, gençsin daha. eyvallah abi dedim. 10 lira verdim 50 kuruş aldım.


eve geldim çay içtim, sigara içtim, uyudum.

10 kasım


havada erken kararıyor artık saatler alındı falan.

bugün 11 gibi kalktım, dişlerimi fırçaladım,yüzümü falan yıkadım derken saat olmuş 12.

derse gittim,sınava girdim,iki kıza kesik attım.

öğleden sonra eve geldim ve autumn denilen herifin aldığı pes 2011 ile keyifli dakikalar geçirdim.

kolatlara geldim,kaçağa giriştim, yılmaz özdili gördüm ve bana yazı yazmayı öğretti.

kib,öptüm,bye,mucx

Faşizme Karşı Omu Zomuza


hava erken kararıyor artık. yunancaya girmeden kararmıştı bugün.

çarşamba günleri dersten 7de çıkıyorum. güney meydana bi bakıyorum. eve dönüyorum. çarşamba akşamları boğaziçi, college kafası albert long hall'da klasik müzik konserlerine katılıyor. onları kesip evime gidiyorum. bugün ise her zamankinden farklıydı durum. o konsere girdim. anlatıyorum.

hıncal uluç'la birlikte girdik salona. benim koltuğum biraz arkadaydı. görüşürüz hıncalcım dedim. gülümsedi. çok yaşlanmış. bir eski dostu bu kadar aciz görmek insanı yaralıyor.

ne zaman eski bir dost görsem
karşı koyamam gözlerim dolar
hıncal yine formundaydı
gözlerinde munzurluk
boynunda fular

dört el piyano çaldılar. o an hiç yapmayacağım bişey yaptım. yerimden kalktım. dansetmeye başladım. modern dans diye bişey varsa onu yaptım. zaten arkalardaydım. pek gören olmadı. ama görseler de umrumda değildi. gözlerimi kapadım. uçtum. sadece dansettim. ve müzik dinledim. ritm duygum yoktur. ama müzikle bir olduğumu hissettim. dansettim.

ve birden alkışlar duymaya başladım. yanımdakiler alkışlamıyordu. kimse alkışlamıyordu. müzik durmuştu. san'atçılar gitmişti. herkes oturuyordu. müzik dinliyordu. ama alkışlar duyuyordum. ben havadaydım. yerçekimi kaybolmuştu. elimi kaybettim. etrafıma baktım. bulamadım. elsiz kaldım. kolsuz kaldım. bacaklarım kayboldu yavaş yavaş. ve hoop kayboldum.

adamın biri bana baktı saf saf. ben alkışlıyordum. müzikten çok fazla anlamam ama güzeldi heralde. hıncal uluç da alkışlıyordu çünkü. az önce bi adamın uyuduğunu farkettik topluluk olarak. uyurken alıp verilen yüksek sesli nefesleri ele verdi onu. rüya da görmüş sanırım. bana bakan adam o galiba. beni mi gördü rüyasında acaba?

tk dersinde başkasının rüyaları diye bi kitap okuduk. yazarı bayramdan sonraki pazartesi söyleşiye gelecekmiş.

10 Kasım 2010 Çarşamba

bana kimse akademiyi savunmasın


İzole dünyanız kahrolsun. Yemlikleriniz başınıza yıkılsın. Kendi denizinizinde boğulun. Süt çocukları!

9 Kasım 2010 Salı

berkeley


Haftasonu güzeldi dostlar. Akademinin gülü Berkeleydeydim. Okulu görünce içimde fütursuzca doktora yapma isteği oluştu. Arkadaş okul şahane. Şehirle iç içe. İki adım yürüyorsun restoranlar kafeler. Gourmet Ghetto diyorlarmış Berkeley’e. Her şey ucuz ama acayip lezzetli. Yatılı standartlarında.

Cuma günü 5 kişi yola çıktık. 2 meksikalı bır İngiliz bir Amerikan bir de ben. Meksikalıların arkadaşları varmış Berkeleyde oraya gittik. Ev süper temizdi. Hemen tuvalate gittim. Meksikalılar bildiğin Türk. Sanırsam Orta Asya'dan çıkıp bizimkilere trip atmışlar siz gidersiniz Mersin'e biz gideriz tersine demişler Amerika kıtasına gelmişler. Acayip sıcakkanlılar fıkır fıkır böyle. Neyse kaynaştık kardeş kardeş. Onların evinden asıl geceyi geçireceğimiz İrlandalı kardeşimin evine geçtik. Kendisi bildiğin İrlandalı. Kızıl sakallı kızıl saçlı felan. Cumartesi günü kahvaltı yaptık, sonra Üniversiteyi dolaştık saat kulesine çıktık felan. Turistik amaçlı ziyaretimizi tamamladık kısaca. Cumartesi akşama doğru eve döndük. Suşi yaptık. Daha çiğ köfte yoğurmadan suşi yapmamın yorumunu siz değerli kardeşlerime bırakıyorum. Neyse ben kendime California Roll diye tabir ettiğimiz avakado ve yengeç kombinasyonunu yaptım. Çok entellektüeldü. Üstüne Fransız filmi izleyip şarap içecektik. Yok almayayım ben dedim. Massive Attack konseri vardı. Suşinin ardından oraya geçtik. Para vermedik. Tepeye çıkıp izledik. Çok iyiydi ama bu kadar sosyal hayat aşırı doz etkisi yaptı bende. Yavaş yavaş pilim bitti. Eve döndük. Bu seferde tutturdular nargile içelim diye. California'dayız ya hayatı hızlı yaşıyoruz. Neyse onu da yaptık. Tam sosyallik kusmak üzereydim ki yatma vakti dedi İrlandalı. Baktık kalacak yer yok. İrlandalının yatak çift kişilik. O da sen benim yanıma kıvrıl dedi. Önce o eli bir indir dedim. Biri kıvrılacaksa o sen olursun dedim. Tamam dedi. Yatak acayip rahattı. Pazar sabah kalktık döndük Santa Cruz’a.

Haftasonu sosyalleşmenin cezasını akademi kesti hemen. Pazar gecesini rapor yazarak geçirdim. Pazartesi çok mutluydum. Sınavlar açıklandı. Akademiye golümü attım affetmedim. Hoca asistanlardan birinide sınava sokmuş. Koskoca asistan 100 alamamış. Bizde hep zor sınavlarda geyik olurdu asistan girse iyi alamaz diye. Öyle olmuş kısaca.

Fotoğrafın yorumunu size bırakıyorum. Gerçek yaşanmış bir olay. Her daim kurallara uymak lazım.

Kolada Zam

depresyona giremedim. akademi beni heyecanlandırdı bugün. tb falan anlarsın ya. zaten haftanın 4 günü toplamda 11 saat tbde dersi olan biri nasıl sevmesin akademiyi nasıl heyecanlanmasın söyleyin bana. logic notumun bombok olması bile beni üzmedi, aksine şevklendirdi bugün. studyden ayrılış saatim 11 in the evening idi. cebir çalıştım olm, çok iyiyim ya. ancak logic dersinden akademik hayatımın en kötü notunu almam beni kendime getirebilirdi. getirdi.

bugün bir kız bana spora mı başladın dedi.

1,5 litre kolaya 2,5 lira para verdim. kola fiyatlarında artış var.

evimize erasmus geldi.

hayat ne güzel. çiçekler falan. cuma akşamı şirincedeyim. hala inanamıyorum annemi nasıl kafaladım. seni şimdiden özlüyorum anne. seni de unutmadım berkcan. havalar hep böyle kalsın. imza toplasak kabul olur mu? lisede vardı ya öyle insanlar. arkadaşlar hadi hepimiz birlikte istersek bişey diyemezler. arkadaşlar hadi hep beraber çamlığa inelim hoca gelmedi. ondan sonra sınıfa ilk dönenler de onlar olmaz mıydı? sorarım.

bir grupta elemanın derecesi grubun eleman sayısını böler.

sinemada en son the american filmini izledim. george clooney'in manitası, seni seveceğim.

yarın ablacım geliyor.

orta kantinin sandviçlerinden gerçekten geçen hafta boyunca yaptığım en istikrarlı ve en mantıklı şey olabilir. özellikle ton balıklı sandviçine bayılıyorum. içine taze soğan doğruyolarae. beyaz peyniri de çok tatlı. yalnız vişneli muffininde biraz daha vişne olabilirmiş. beyaz peynirli sandviç artı cappy kutu vişne suyunu 4 liraya aldım mesela bugün. çok pahalı da değil. mekanda ders de çalışırsın istersen, kimse bişey diyemez. onu da söyliyim. orta kantinin okulun en iyi kantinidir diye de iddia edersem bana kızmayın.

gülen şen sevdalılar vardı.

6 Kasım 2010 Cumartesi

Anket


Depresyona gireyim diyorum. Bu hafta mı gireyim yoksa bayramdan sonra mı?

Şimdi bu hafta bir sınavım var, Math321, önemli. Ve cuma sabahtan Şirince'ye gidiyorum, matematik köyüne. Yani önümüzde bugünü de sayarsak 6 gün var. Şirince'ye gidince büyük ihtimalle düzelirim. Ama bu 6 gün içinde depresyonda olucam.

Bayramdan sonra iki sınav var. Math231, önemli. Bi de TK var. Bayramdan sonra girersem ne zaman çıkacağımı kestiremiyorum. Şirince'den iyi dönüp hiç girmeyebilirim de. Girip birkaç günde çıkabilirim de. Ama bir haftadan uzun süre çıkmayabilirim de. Kafama göre.

Ne diyosunuz? Bu hafta giriyim mi?

Project BBS: Bugün Beni Sevmiyoruz.

geceyi erken bitirdim. yanınızdan ayrıldıktan sonra motorsikletle barbarosta hız yapıyordum. korkma anne 70e falan çıktım ve evet bugün beşiktaştaydım ama beni sen görmedin. motor yavaşladı. dedim sıçtık. zira benzinin bittiğini düşündüm. hemen sağa çektim. hasar tespit yaptım. benzinci yürüyerek yarım saat mesafede. bildiğim en yakını o. zincirlikuyuda. motoru ite ite giderdim. darladım darladım. çalıştı. benzinciye kadar gittim. aslında daha bitmemiş benzin. bi günlük daha varmış yani. bu da böyle bir anı.

tekele uğradım. chivas royal mi ballantine's mi dedim. ballantine's 2008den beri avrupanın en çok satan viskisi dedi. çok iyi harmanlanmışmış. dayıma ayak uyduruyorum. bundan sonra viskiciyim. eve geldim. yazmaya başladım. buzlu viskim. ben. ve damak.

hiçbir siyasi görüşüm yok. hiçbir yere üye değilim. birçok görüşüm var. ve hiçbirinde kesin değilim. polisten korkuyorum. polisi sevmiyorum.

bugün gerzekçe bişey yaptım yine. söylememem gereken şeyler söylüyorum çoğu zaman. birden ağzımdan kaçıyor. kötü bir espri anlayışım var. inandığım şeyler söylesem yine bi derece. diyecem ki ulan ben kendi fikrimi söyledim. tamam orada söylenmezdi ama sonuçta böyle düşünüyorum ben derim belki. ama yok. inanmadığım şeyler söylüyorum. ama sonunda özür diledim. çok uzun zamandır, bir erkekten özür dilememiştim. en son ne zaman yaptığımı hatırlamıyorum.

bugün kendimi hiç sevmiyorum. günah çıkarmak için yazıyorum.

4 Kasım 2010 Perşembe

''Biz kadınların yetiştirdiği erkekler nesliyiz.İhtiyacımız olan cevabın başka bir kadın olup olmadığını merak ediyorum.''
Tyler Durden

3 Kasım 2010 Çarşamba

ananem,oğlum boş konuşacaksan hiç konuşma derdi.

Kolat'a cevap

Kendi yazacaklarımdan önce kolat kardeşimin yazdıklarına bir cevap vermeyi akademiye ve kendime borç bilirim.

Lisede kimya defterimi yırtıp beni akademiden soğutmak istediğin zamanları hatırladım. Başarısız oldun Kolat. Sana laflar hazırladım buyur:

"Cesur bir tanım yapmışsın kardeşim. Ama gözden kaçırdığın bir nokta var. Son kızılderilinin en son attığı mesajı tekrar okumanı isterim. Orada bir üstadın ismi geçiyor. Neyse o konuya sonra geleceğiz. Öncelikle akademiye nasıl bir gözle baktığın önemli. Msg ustam allta bir yorum yapmış demiş ki "Akademi odun yetiştirmiyor ama odunla yetiştiriyor". Doğrudur yüzde yüz tespittir. Ama burda önemli olan o odunu senin nasıl algıladığındır. Akademi tarihler koyar, hayat umrunda olmaz. Bu saatte burada olacaksın der. Hazırlıklı olmazsan sıçarsın der. Bunu da odunla dayatır. Akademinin bu dayatmasından zevk almayı bileceksin.
Sen akademiyi ne olarak algılıyorsun kardeşim ? Yarın öbür gün sağlam bir şirketin CEO'su olmak için çekmiyor musun bu çileyi? Dünyayı kurtarmak için çalıştığını varsaymıyorum kolat. Sende çoğu iktisat okuyan arkadaşın gibi yarın öbür gün kırmızı bir Ferrari sahibi olmak istemiyor musun? İstiyorsun diye varsayım yapıp devam ediyorum. Akademi ne zaman senin için bir araç olmaktan çıkıp bir amaç olursa akademinin yaptığı dayatmalar sana acı vermekten ziyade amaca ulaşmak için geçtiğin birer checkpoint olur.

Mesela sen üniversiteden mezun oldun şimdi. Bankada işe başladın. Milyon dolarlar oynuyorsun ama o milyon dolarları kazanamayacağının farkındasın. Sabah 9 akşam 5 çalışıyorsun. Neden kendi sahip olamayacağın şeylerle uğraşıp didiniyorsun. Sonucunda ne oluyor. Kendi yaptığın iş sana yabancılaşıyor kardeşim. Benim hedefim akademide kalmak araştırma yapmak ders vermek. Yaptığım işin kısa veya uzun vadede bana getirisi olacak mı evet. Bulduğum bir şeyin benim akrabama veya bana yardım etme olasılığı da var. Çalışma saatlerimi de ben belirleyeceğim. Bu işten kazanacağım para en son düşündüğüm şeylerden biri olacak. Eğer parayı düşünsem böyle zorlu bir yola girmezdim. Sonuç olarak ben yaptığım işten yabancılaşmayacağımı düşünüyorum. Şu anda akademiye gönülden bağlı olmamın sebebi de akademinin benim için bir araç değil amaç olması. Bu darlanık yazıyı bir videoyla bitirmek isterim.
“I read some Marx (and I liked it)”

Dalış.

Selam, ben yorgun savaşçı. FT bunu iyi dinle. Dinlemezsen de sen bilirsin.

Kartal'da kaldım gece sevgili JT. Dünümü de anlatıyım bi dakika. Salı dersim 8de başlıyor, akşam 7ye kadar devam ediyor. 1-3 arası boşum. istersen gel takılalım.

7de okuldan çıktım. motoruma atladığım gibi zincirlikuyuya vardım. motoru parkettim. köprülü kavşaktan 252ye binip kartala gittim. otobüste ders çalıştım. beşiktaşta değildim. tanımamazlık eder miydim?

eve gittim. friends izledim. 2 bölüm üstüste. bugüne 2 ödevim vardı. yapmadım. facebookuma bir mesaj düşmüş. vallahi değildim. beşiktaşta değildim. tanımamazlık eder miydim?

bursa yenildi. maçın son dakikalarıyla beraber uykuya geçtim. gece 2de ve 4de uyandım. sabah oldu zannettim. işedim. beşiktaşta değildim. rüyamda bile.

5.35te kalktım. pardon uyandım. kalktığımda 6 idi saat. otobüse 6.30da bindim. otobüsten indiğimde saat 8di. motoruma atladım. okuluma geldim. ödevlerimi yaptım. falan filan. 3.50 de güneydeydim. 5e kadar oradan oraya zumlar. akrostiş yazdırdın bana.

FT'ye oldu olan. TK'dan çıkmıştım. çok yorgundum. kusura bakma biz böyleyiz. eve geldim. yarına 2 ödevim var. Benim Adım Kırmızı adlı kitabı hangi yönleri ile inceleyeceğimi yazıcam şimdi. Bir de probability ödevim var. Dersim 8de yarın.

Adamın biri yarın ölücem demiş. Yarmışlar ölmüş.

Gözlerim acıyor. Akrostişşşş!. Uykuya dalıyoruz.

2 Kasım 2010 Salı

Fotoğrafa bakarken gözlerim doldu


Atılan bir gol binlerce insanı ayağa kaldırır, sonra oturursun. Kalecinin ayağının ucuna çarpan bir top bir takıma tarihinde ilk kez şampiyonluk sevinci yaşatır, sonra bir daha olursun. Taraftara atılan bir tekme youtube ta tıklanma rekorları kırar, bir kaç arkadaşına izletir sonra unutursun. Ama bu adamın yaptığı şeyi tarif etmem mümkün değil sanırım.

Ivan Ergiç kendi cebinden ödediği parayla Bursaspor-Manchester United maçına 650 tane bilet aldı ve biletleri maça gitmeye gücü yetmeyen insanlara dağıttı.

Ergiç:'Evet, futbolcular büyük paralar kazanıyor ama o parayı nasıl harcadıkları konusuna kendileri karar veriyor. En iyilerini alabilecek duruma sahip olmama rağmen her zaman ikinci el araba kullandım. Marka meraklısı değilim, bunu kıyafetlerimden de anlayabilirsiniz. Hiç kırmızı bir spor araba hayali kurmadım. Oynadığım takımlardaki arkadaşlarım beni hiçbir zaman anlamadı. Futbol hayatım boyunca hiç kırmızı kart görmedim. Bu karakterimin sahaya yansımasıdır. Marksist teoriyi kendime uyarladım ve çok para kazanıp kendimi şımartacağıma, kişiliğime çok daha önem gösterdim, kendimi korudum. Sadece bununla kalmadım, her işimi kendim yaptım. Benim hiç menajerim olmadı mesela. Karl Marx'a olan hayranlığım babamdan geliyor. Bana felsefe okuma alışkanlığını da babam kazandırdı.'

iyi geceler



şehrin tüm kötü çocuklarına ve tedirgin ruhlara kaan reisten gelsin.
herkese iyi geceler tabi eğer böyle bir şey mümkünse...

1 Kasım 2010 Pazartesi

31 Ekim 2010 Pazar

je rêve d' une réalisation


bu yazı bir prokrastinasyon niyetsizliğiyle doğuyor. niyetli olsa prokrastine etmiş olmam diye niyetsizlik kullandım hiç de hoş durmadı sanırım. artık okuyucu eksenliyim. okuyucu! soldan yaklaş, soldan.

yarın fransızca sınavı var. çalışmamışlıklarımla boğuşuyorum ama ne boğuşma. bir türlü girişemedim. keşke zekodan giriş derslerini alsaydım. eğer bugün çalışamazsam yarın sınavdan kötü alacağım ve bu iş olmuyor arkadaş deyip ecole normale superieure hayallerimin yerini norveç fiyordları alacak. hoop bi withdraw patlar.

evimi temizledim bugün. rafı taktık. live at pompei yi izledim biraz. inanılmaz bir kayıt. müzik dinlemek isteyenlere öneririm. ondan sonra işte öyle.

bugün pazar ve hava inanılmaz. şortla çıktım study' ye. hem de evim yakın karizması tabi. çok uzaklaşamama garantisi bir yandan. bir hareket çok hikmet. hikmet abi! soldan yaklaş, soldan.

fotograf beni anlatıyor. fotografı çeken kim di mi? o da benim. mecaz ulan mecaz.

geçenlerde yazarlarımızdan autumn ile yemek yapıyorduk. arpacık soğanları doğrama görevini ben üstlenmiştim. dedi ki autumn: ağla. dedim ki: açılır mıyım? dedi ki autumn: kapanırsın.

ben arkadaşlarımı o kadar çok seviyorum ki.

bir de şiir:

Kalbim
Parçalanmış
Sökerken
Seni

KPSS ye giren herkese başarılar dilerim. bu sınavda sistem değişmiş herkes kendisiyle yarışıyormuş. dolayısıyla herkes başarılı olabilir.

30 Ekim 2010 Cumartesi

Tembellik Günleri


tembellik günlerinde 3.güne girdik.

perşembe günü okul 1de bitti. uçaksavara halamın yanına gittim. babanemin etli dolmalarını yedim. küçükken düküm kadar dolma derlerdi. çıkan fırtına ve etraftaki uzun ağaçların inanılmaz dansı eve gitmemi engelledi. zira motorsiklet üzerinde en çok korktuğum şey rüzgar. hiçbir şekilde karşı koyamıyorum. her neyse. abi evde bir yatak var. hayatımda ben böyle bir yatak görmedim. 2 saniye maximum uykuya dalma süresi. öğle uykusuna uyudum uyandım baktım rüzgar daha fena. o gece orada kaldım.

cuma sabah erkenden uyanıp motoru eve bırakıp, annemlere geldim. kahvaltı mahvaltı, yazacak hiçbir şey yok lan. hiçbir şey yapmadım. trt1'de ankara'daki kutlamaları seyrettik. size bir itirafta bulunacağım: onuncu yıl marşı beni heyecanlandırıyor. tamam abi devlete falan karşıyız da ben devlet olsam 3 yılda bir yeni marş yaptırırım, marşsız cumhuriyet olur mu? geçen yıllardan bir tanesinde kutlama coşkusunu yaşamak için bağdat caddesindeydik. 3 saat falan yürüdük. onuncu yıl marşı ve gençlik marşı ve kadıköy belediyesi marşından başka marşımız yok. 3 saatte sadece 3 marş döndü. rezalet. zaten oradaki gerizekalı kitleyi gördükten sonra bir daha da katılmadım hiçbir fener alayına. ben simple bir adam olmak istemiştim sadece, cumhuriyet bayramını kutlayan. neyse sizi bunlarla oyalarken 2 şey geldi dün aklıma, yaptığım. sevdiğim bir insana derivation gönderdim. bir de tk'da okumamız gereken Başkasının Rüyaları kitabını okudum bitirdim.

bugün cumartesi. pazartesiyi bekliyorum biraz heyecanlı. hiçbir şey yapmadığım için 11de uyuyor ve 9da uyanıyorum. sabah erken kalkıp kahvaltı yapıyor, comedymax, moviemax tembelliği yapıyorum. her gün 1 yeni bilgi için facebookta herhangi bir sayfayı beğenmedim ama bugün yeni bir şey öğrendim. Bayern := Bavyera. Saat daha 11 in the morning. bugün çok daha fazla şey öğrenebilirim. daha yeni başladık. walter rudin, principles of mathematical analysis. bekle beni, soyun gir yatağa geliyorum.

benimle gel dedi. gelemezdim. eyalet dışına çıkmamam gerekiyordu. ama o bunu bilmiyordu. bunları böyle alt alta yazsam, şiir olur mu abi? tarık günersel kaçtı içime. pozitif. negatif.

29 Ekim 2010 Cuma

Ölürüm Sana


keşke triphopla tanışma yazıma şöyle başlayabilseydim.

ve işte o an kızla aramızda şöyle bir diyalog geçti:

-ne tarz müzik dinlersin.
-three-pop.
-çok etkileyici.

yani ben gerçekten bunun 3 kişilik bir pop grubu olduğunu zannediyordum. ya uf çok şapşalım ya :( ehuehu.

ama böyle olmadı.

şöyle oldu. yıl 1997. albüm ölürüm sana. albümdeki 5. şarkı. gecemin ürkek kanatlarında.

farkettiyseniz link eklemeyi öğrendim.

28 Ekim 2010 Perşembe

gençlik başımda duman

Wuzzup Dawg?


aynanın karşısına geçtim. kapşonu kapadım. ve başımı öne eğdim. kafamı yavaş yavaş yukarı kaldırdım. kendimi aynada görebilene dek. çok yavaş sallanmaya başladım. müzik girdi. hala sallanıp aynaya bakıyordum. biraz daha hızlı sallanmaya başladım. ve dedim ki:

"look, if you had one shot, one oppurtunity to cease everything you ever wanted, one moment, would you capture it or just let it slip?. yo."

bana emineme benzediğimi söyleyenler oldu. düzeltiyorum. bana emineme benzediğimi söyleyen 1 kişi oldu. haklı olabilir. çünkü 6. sınıfın bana kattığı birçok şeyden biri de eminem olmuştur. dalaman'da yaşıyorduk o zamanlar. okula falan bisikletle gidiliyor. kafaya bak. okuldan sonra arkadaşlarla kırlara bisiklet sürmeye gidiyorduk. yazış da. okaliptüs ağaçları falan vardı. o yaz istanbula geldik. crazy town'dan butterfly şarkısıyla tanıştım bir berber koltuğunda. babam beni beşiktaş çilekli tesislerindeki galatasaray futbol okulu antremanlarına götürüyordu. tabii biz kendi aramızda galatasarayın alt yapısında oynadığımı düşünmüştük o sıralar. saçımı kesti babam bir gece. yanlar yok. üstler 3 numara. ama arada çizikler falan var. inanılmazdı. imaj kaygım o zamanlar da varmış bak. sabah antremandan önce gidip saçımı kestirttim

dalamana döndüm. bir kız vardı, benimle boyuttu. aynı boyda yani. bir gün sokakta yürürkene hayatım boyunca unutmak istemeyeceğim şu diyalog geçti aramızda:

-ne tarz müzik dinlersin?
-he-pop
-hmm. iyiymiş.

ve sessizlik. çok etkilenmişti.

ben de o zaman bu müziğin sadece erkekler tarafından icra edilen bir tür pop müzik olduğunu düşünmüştüm. eminemi duydum sonra. internetten müzik indirmek gibi bir şeyi 17 yaşına kadar keşfetmek istemediğimden istanbuldan crazy town kaseti ve eminem cd'si göndertmiştim kendime. dönem j.lo'nun dönemi o zaman. düşün. popoyu düşün. popoya odaklan. bırak okumayı.

popo konusunda bir paragraf açmak istiyorum. nez sen nasıl bir insansın? devire devire klibi benim yaş grubumdan birçok kişinin psikolojisini bozmuştur eminim. bir de o zaman bir telefon hattı vardı arayıp nez'in ses bandıyla konuşabiliyordun. ben hiç aramadım. gerçekten. ama popoyu severim.

biz ne modern bir aileyiz inanamıyorum. annem okuyor olm yazdıklarımı. selam anne. gerçekten aramadım ya.

neyse işte ben bir ara eminemdim. bunu birçok kişiye zaten anlattım ama çok prim yapan bir hikaye, bir daha anlatıyım, artık büyüyen bir platformuz.
eminem'in 8 mile filmi geliyordu. o zamanlar avaz avaz falan yok tabi. blue jean okuyoruz. sıkı bir takipçisi olduğum için her ay çıkar çıkmaz alır, odama yapmış olduğum grafitinin kenarlarını posterlerle donatırdım. o sayıda eminemin filminin ön gösterimi için 50 kişiye mi ne davetiye verileceği yazıyordu. ben daha havalı olduğu için filmin galası demeyi tercih ediyorum. ya da prömiyeri. eminem'le ilgili sorulan soruya doğru cevabı veren ilk 50 kişi. tabii sorunun cevabını biliyordum. ve internete bağlantı sesi hiç o kadar uzun gelmemişti. ben onu unutmuşum. bir gün telefon çaldı. kazanmışım. ama nasıl gidicem? annemi ikna ettim. beni bostancıya bıraktılar. taksim dolmuşuna bindim. köprüye girerken, köprüden çıkarken arayacağıma dair söz verdim. bak burada da kanıtı var abi aramadım, nezi aramış olsam nasıl kontörüm olsun? beni oradan dayımlar aldı ve ben ilk defa bir taksim akşamı gördüm. film inanılmazdı. çıkışta ıslak hamburger yedik.

hiphop miphop derken triphop'ı da unutmayalım. bir başka yazımda da trip-hopla tanışmamı anlatıcam. esenkalın.

bonus: 8mile final battles

bunlar da lyricler. ilk ikisinde eminem rakibinden sonra sahne alıyor, lafı koyuyor. sonuncusunda lafı önden koyuyor. Papa Doc cevab veremiyor.

vs.Lyckity Splyt

vs. Lotto

vs. Papa Doc

karışık olsun!


‘En yakınında ki dayak yemişse sen de yemişsindir’ dedi. Alt tarafı lastiklere hava basıyorduk şovu kimeydi, sibop kapağını usulca kapattıktan sonra arkasını döndü, en afili lafını bu an için hazırlamış gibiydi, yüzüme anlamsızca baktı, ve ilk defa diyormuşçasına hırsla başladı kelamına; görüyorsan ve uyarmıyorsan sende hayvansın yavrum dedi ve diğer lastiğin sibop kapağını açmaya başladı. kafam fena karışmıştı.arabaya bindik- belli ki doluydu bir şeylere-kontağı nazikçe çevirdi az önceki hiddetine göre. arabası pek de naziklikten anlayamayan cinstendi.-97 beyaz corolla-ön kaputta güneş yanıkları vardı, yan kapılarda ise tecrübesiz kaportacı izleri.belli ki ufak tefek kazalar geçirmişti.30 hava basıcan böyle yolda dedi, kafamla onayladım.Bu gereksiz bilgiyi de aradan çıkarttıktan sonra çözülmeye başladı.sustum.’en yakınımdakilerle rahat rahat konuşamıyorum acaba hala onlar benim yakınımda mıdır?’ dedi. bu bir soru değildi.herkesin bir derdi var abi dedim.Bu saçma cevabıma sende haklısın diyerek cevap verdi.karanlık çökmek üzereydi,orman yolunda ilerliyorduk ve kafamız çok karışıktı.

27 Ekim 2010 Çarşamba

bir dostumun tozlu sandığından

99-00 sezonunda takdir edilen genç yetenek, bilemezdi ağır yenilgilere uğrayacağını.

25 Ekim 2010 Pazartesi

RÜYA


2o ekim sabahı bir rüya gördüm. hepinize anlatmak isterim. rüyanın beyinde ki gelişim sürecini yakından bilen dostlarımın çok hoşuna gideceğini düşünüyorum. beğenmeyenler kusura kalmasın.

O pek yakışıklı mesut kardeşimle birlikte bir caddede yürüyoruz. cadde brükseli anımsatsa da binalarda bir ispanya havası var. ama gelin görün ki türkiyede bir yer burası. mesutumla yürürken ileride bir ses işitiyoruz. bir kalabalık var. şarkı söylüyorlar. kalabalığa doğru yürüyoruz. kimisi yerde oturuyor, kimisi ayakta. yüzlerinde ve duruşlarında bir hüzün var. ellerinde yazılı siyah pankartlar, hrant dinke çok benzeyen ama hrant dink olmayan bir adamın posterlerini taşıyorlar. bunlar ermeni kardeşlerimiz. hatta aralarında patrikler bile var. taksim meydanındaki eylemleri anımsatan tarzda bir profil getirin gözünüzün önüne. (şimdi buraya çok dikkat edelim, zihninizde doğru canlandırmanız çok önemli) bu hüzünlü kardeşlerimiz hristiyan ayinlerindeki müzikle şu şarkıyı söylüyorlar: 'mavilim mavişelim, tenhada buluşalım mavilim'. vay anassını yaaaaaa diyorum içimden. mesuta bakıyorum ama oda anlamıyor olayı. yanımızdan iki tane genç kız geçiyor, biri dönüp şöyle diyor: 'türk şarkısı bu, bunlar niye tribe giriyo?' rüyanın devamında biz mesutçuğumla gezimize devam ediyoruz.

aklıma bir rüya daha geldi. orta okuldaydım bu rüyayı gördüğümde. ajda pekkan bir yerden kaçıyordu. odamın camına sıkıştı. hareket edemiyordu. tecavüz ettim.

24 Ekim 2010 Pazar

başlıYORUM




selam moruk. bugün bir fotoğraf gördüm ve bi 20 dakikadır fotoğrafı yorumluyorum kendimce. yukarıdaki fotoğraf facebook'tan fatih tuncer photography'den alınmıştır. spring2010'a ait bir fotoğraf. özellikle kot ceket ve kot pantolon ayrıntısı ve sağdaki ikilinin duruşları hakkında baya düşündüm. şimdi burada açıklamak istemiyorum. ama inanılmaz fotoğraf. gerçekten.

dün sabah 8de uyandım. 2ye kadar bekledik. 2.30a kadar bekledik. geldiler. direk konuya girdiler. ben kahve içmem. nesfake zaten sevmem de türk kahvesi hakkında da iyi düşünmüyorum. sordular. verdim. ne diyeceğimi bilemedim. espriyle yedirdim. fotoğraflar çekildi. çok fotoğraf çekildi. ama adettendir dedim.

yüzükler takılsın. makasla kesilsin. anne eli öpülsün. emdi yürek yırtılur.

şampanyalar içildi. sarmalara geçildi. en yağlısı seçildi. mutsuzluktan kurtulur.

değişik bir deneyim yaşadım. bi 20 sene daha yaşamayacağım kesin. hatta ne 20si lan 30. o zaman gençliğimde böyle bir şey yaşadığımı hatırlamak ağlatır beni. ne de olsa duygusalım. bir de çok iyi hikaye yani. prim yapar. kız verdim lan. gençler aralarında anlaşmışlar, bizim için kızımızın mutluluğu ön planda dedim. daha ne diyim? ömür boyu mutluluk dilerim.

erasmıs hakkında da fikrim her an değişebileceği gibi, erasmus'u siktir edip, kanada'ya queen's university'e exchange ile gitme düşüncesi de beynime oturdu. bunu düşünelim arkadaşlar.

tabii ki ne kadar başka konular hakkında yazmaya özen göstersem de bugün derbi var. tabi herkesin bi derdi var ama youtube'dan tezahüratlarla maça hazırlanıyoruz dünden beri. bi de galatasarayda ferdi vardı. şimdi karabükte oynuyor. bence kazanıcaz.

and it's friday i'm in love. cuma günü ssukb ve justobacco bloglarından bir takım arkadaşlarla kuzey kantinde otururken, ve tam ne kadar da paslandığımı düşünürken, kalktım ve konuştum. orada bulunan yazarlara teşekkür ediyorum. siz olmasaydınız ben ezilmeye devam edecektim. ama keşke parmaksız eldivenlerim olmasaydı.
special thanks to: eb. bff.

21 Ekim 2010 Perşembe

Münir'in Avustralyalı İkizi


İki resmi birleştime işleminde sıçtım. Paint yok benim pahalı mac imde. Screenshot çektim. Aradaki 7 farkı bulana benden bir kutu toblerone. Emrah bilir sözümde dururum. Bir kutu damak.

Scratcher


Evet beyler başlık ilginç. Resim ilginç. Edindiğim tecrübe bir o kadar ilginç. Nedir bu "scratcher" ? Hacılar bu bir test şeklidir. Geçen gün olduk. Çok farklı bir kafa. Fena yani.
Sınav biyokimya dersinin sınavıydı. Hoca yanınızda sadece bozuk para getirin dedi. Kalem yerine bozuk para getirin dedi. Dedim hoca ne diyorsun sen? Sen sus Türk burası Amerika burada senin konuşmaya hakkın yok dedi "Tamam la" dedim Ankara ağzıyla. Angara bebesiyiz bir yerde. Seni dinliyorum la dedim. Başladı hoca anlatmaya. Gençler sizin üzerinizde yeni bir şey deneyeceğiz dedi. Salı günü sınav var dedi. Sınavda size kazı kazan tarzı bir şey dağıtacağım dedi. Tamam dedim sürekli dedi demene gerek yok dedim. Neyse hikayeyi benim ağzımdan dinleyin. Hacılar hoca sınavı dağıtıyor. Yanına yukarıda gördüğünüz gibi bir kağıt veriyor. Doğru olduğunu düşündüğün cevabı kazıyorsun. Eğer yıldız görürsen kazıdığın yerde. Dünya senin oluyor o anda. Çünkü yıldız soruyu ilk seferde doğru yanıtladığını söylüyor sana. Yok ilk seferde bulamadın o zaman etrafa Türkçe küfür ediyorsun. İngilizce etsende farketmez burası çok liberal bir ortam. İkinci defa deniyorsun ikincide buldun o zaman 3 puanı kapıyorsun. Hiç yoktan iyidir dimi la? Üçüncüde bulursan 2 puanı kapıyorsun. 4. bildin 1 puan alıyorsun. 5. de bilirsen babayı veriyorlar sana. Bu arada İlk seferde bilirsen 5 puan alıyorsun. Sınav 44 soruydu. 34 ünde çocuğu tek seferde koydum. 7 soruda önce Türkçe küfrettim sona başardım. Bir tanede de babayı aldım. Çok kötü bir deneyimdi. A, B, C ve D yi kazıdım boş çıktı. O andan sonra E yi kazımadım bile. Neyse güzel bir skor aldım diyebilirim. Nerden diyebilirim sınavı bitirdiğin anda zaten skorunu biliyorsun. Mutluyum huzurluyum iç dengemi buldum.
Başka hikayelerle devam edeceğim yazmaya...

20 Ekim 2010 Çarşamba

Â

Güne hazırsın, asla durmak yok, hızını kesme sakın, gücün dorukta. En tatlı sabahlar çokokremle başlar. Çokokrem.

Faturayı ödemeyi unuttuğum için digiturkumuz kesildi. Maçı izleyemeyecek olmamız kötü tabii. Yarın logic midterm'ü ile sezonu açıyorum. Hayırlı olsun.

Dün gece yatmadan önce, biri peynirli, biri nutellalı olmak üzere iki tane sandviç hazırladım. Biri kahvaltım, biri öğle yemeğim oldu. Şimdi de evdeyim. i.e. Bugün yemeğe para vermedim.

Bu dönem tüm dostlarım gibi TK dersi alıyorum. Ama sınıfımız çok renkli, 2 hafta önceki derste bir kız diğerine boğazını keserim işareti yaptı. Hareket çekilen kız bunu görmedi, zira yapan kız arkadaşlarına yapmıştı. Ama sınıf ikiye ayrıldı çok net bi şekilde. Ve mühendis tayfa diğer tayfayı pek sevmiyor. Ve herkes inanılmaz yorumlar yapıyor okuduğumuz hikayeler hakkında. Benim ise 4 haftada sorduğum tek soru "şu a'nın üzerine nasıl şapka koyuyoruz?" oldu. â. bak oldu. Sorduktan sonra farkettim ki zaten ben geçen gün öğrenmiştim bunu. Demek ki iyi öğrenememişim.

Pazar günü bir kız isteme olayına şahit olacağım. Ne kadar enteresan.

pay attention cemaat-i müslimin


özür yazısı.
beyler aylardır bir konu üzerinde çalıştığımı ve bunu bir makalemsiyle sizlere aktaracağımı söylemiştim.özür dileyerek söylüyorum ki bu yazıyı yazmayacağım.konuya artık etraflıca hakimim diyebilirim fakat bunları anlatmak istemiyorum.kim ne görüyorsa öyle kalsın diyorum ve kimsenin de şerit değiştirmesine ön ayak olmak istemiyorum.saygıyla karşılayacağınıza inanıyorum.
kör, bu ay geciktim acaba hamile olabilir miyim?

19 Ekim 2010 Salı

salı sallanır

"cif almayı unutmuşsn ablacım."

"..... cif, eldiven." biz onu çift eldiven görmüşüz. olsun. ablacım gelmiş, ve evi yine kokutmuş. alkışlıyoruz.

okullar açılalı 4 hafta olmasına rağmen hala hastalanmamış olmam neyin habercisi bilemiyorum. havalar da ne acaip değil mi ama? kesin hasta olurum diyordum. ulan valla helal olsun. bi de tişörtle falan geziyorum olm. motorsiklet üzerinde bile rüzgar yemiyorum. ama bu bütün gün çantamda kazakla gezmem biraz sıkıntılı.

ince bi ayak kokusu vardır hani. ama çok ince. ama çok rahatsız eder. işte beni öyle rahatsız ediyosunuz hocam. sizden aldığım dersi sevmiyorum.

kuru üzümü seviyorum. yeni tribim evden çıkarken cebe ya da çantaya üzüm atmak ve gün boyu üzüm takılmak. ayrıca akşamdan ekmek hazırlayıp, kahvaltıyı ucuza getirmeyi de planlıyorum. bi kere yaptık. gerisi gelsin.

felsefe bölümünü sevdiğimi söylemiş miydim? bu perşembe kendisine de söyliycem.

galatasarayın hali beni gerçekten çok üzüyor. geçen sene fener maçında ben tribünde bi yerlerimi parçalarken, 10. dakikada susan, maç sonrası da kendisini takım da ruh yok ki diye savunan insanlar şimdi forumlarda rijkaard gitsin daum gelsin diyorlar. daum gelsin diyorlar. daum gelsin diyorlar. evet daum gelsin diyorlar.

sizlere facebooktaki İ.B.B Ultras taraftar grubunun duvarından bir takım çılgınlıklarla veda ediyorum:


Ne hakim, Ne savcı
Adam gibi adam Abdullah Avcı
Biraz uzun, biraz kalın
Ne güzel güldün İskender Alın
Cebimde akbil, altımda kotum.
Siyah bir incidir mabedde Herve Tum
Hiç oturmaya gelme, hemen yat
Çünkü Burası Olimpiyat
LALALALA

"İ"nanın "B"iz de "B"ilmiyoruz, NEDEN SEVİYORUZ?

18 Ekim 2010 Pazartesi

MyWeekEnd




Nasıl anlasınlar seni beni
Acıkmadan yiyenler
Uyumadan önce ayaküstü
Bloga yazı girenler.

Bu haftasonu çılgın bir haftasonuydu. Kartal'a gitmedim. Özet geçiyorum.

Cuma evde şarap içip, Moral Bozukluğu ve 31 adlı filmi seyrettim. Yanaklar kızardı, vücut ısısı arttı ve Taksim'e çıktım. MG, BD, ET ve OB ile birlikte bohem merdivenlerde takıldık. Daha öncesinde ise Asmalı'da iğne deneyi yaptık. Attığımız iğne yere düşmedi. Eve döndük.

Cumartesi Yunus Günçe'nin incredible stand-up gösterisindeydik. Öncesinde Matematik Köyünden birkaç arkadaşla ayaküstü bir duble rakı içiverdim Asmalı Cavit adlı mekanda. Gösterinin ardından ise Ortaköy'den Beşiktaş'a yürüyüp geceyi Hisarüstü'nde tamamladık.

Bu sabah ise kalktığımızda hava çok güzeldi. Ev arkadaşımla aynı hisleri paylaşıyor gibiydim. Keşke hava güzel olmasaydı da kapalı bir pazar gününü evde çürüyerek geçirebilseydik. Ama Kadıköy'e gittik. İyi oldu. Scrabble oynayarak ev içindeki takım ruhunu güçlendirdik.

Fotoğrafta ise günün özeti var: Hava sıcak. Ve Scrabble oynadık.