31 Ağustos 2010 Salı

Ben küçükken çilek kokardı ortalık




Kalk oğlum dedi, vakit geldi.Doğruldum yataktan, her sabah uyandıktan sonra giydiği yelek vardı üzerinde.Keçe yelek.Günde 1 saat uyuyan ananem de mutfaktaydı ve günlük portakal sıkma şenliğini gerçekleştiriyordu.Yüzümü yıkadım, dışarıya baktım.Karanlıktı hava.Saatler 5 yada 6'yı gösteriyordu.Sabahçıydım o sene.Mutfağa girdim her sabah oturduğumuz şekilde masaya oturduk.Dedem kızarmış ekmeğin üstüne tereyağ ve petek bal sürdü.Portakal da geldi.Ekmeğin sıcağından tereyağ ve bal iç içe geçmişti, tadından yenmiyordu.O zamanlar kahvaltıda çay alışkanlığım yoktu.O zamanlar pek bir alışkanlığım yoktu.Giyindim.Korna çaldı,Mustafa amcanın Transitinin sesiydi bu.İlk beni alırdı, o yüzden belki yarım saat erken uyanırdım.Çantamı aldım,indim.Kim bilir kaç kere elimi sıkıştırdığım ön kapıyı açtım ve günaydın dedim.Müziğin kontrolü bendeydi artık bir muavin gibiydim.Camı sonuna kadar açar, bedenimin yarısını dışarı çıkarırdım.Kraldım kimse bana bir şey diyemezdi.Galatasaray acaba UEFA da nereye kadar gidecekti....

29 Ağustos 2010 Pazar

bazı özel anlar


bugün bana bir hal geldi. evrensel pre-writing state of mind. ne yapabilirim bu halle diye sormadan elim telefona gitti. bir sms yazdım. sonra dedim ki bir dakika. başka seçeneklerim neler. ciddi bir halle hemhal olduğumu farkettim. harcanmaması gerekebileceğini anladım. evet bir sevdiğime mesaj atabilirdim, herhangi birisine. o insan da özel bir hal üzere olduğumu anlayabilirdi. ama o kadar. insan bir şey okuyacağı anı seçebilmeli. hem okuyanın hem okunanın sıhhati için. en küçük bir ifade bile olsa. neyse işte. sonra telefonla mesaj göndermedim. içinde bulunduğum halin ciddiyetiyle sms in bağdaştırılabilecek bir yanı yoktu. günlüğüme bir şeyler yazabileceğimi düşündüm. ya da bloga işte. bu düşüncelerin etkisiyle ohal elimden kaydı gitti. yazma düşüncesi üzerine kaygan bir iki fikir kaldı. "verdik herkese yeteri kadar artık herkese ederi kadar" öğüdü "sevmeyeceksin" le birleştiğinde kapsama alanı manitacılık kurumunda başarıyı arayan gençliği aşıp insan ilişkilerinde sağlığı arayan herkesi içine alıyor sanki. kimse ben i tekeline alamaz, insanlığa yazık olur. egomu tekrar inşa ettiğimi söylemiş miydim?

günlük de doğmamış çocuğa mektup tribi. kendinle yalnız kalabilecek kadar yeri günlüğün kalbinden bile temiz sayfalarında bulabiliyorsun. çok temel bir ihtiyaca karşılık geliyor yani. kendime itiraf edebildiğim, barışıklık eylemlerimin azalan doğum oranı, artan bebek ölümleri, çok utanıyorum. ne zamandır böyleyim. bir süredir ciddi bir sinir hali. bu halde nasıl yazılabilir. evsizlik kağıda dökülürse onu kim temizleyebilir. bu ara pek günlük değil de daha şoven. chauvin. bkz. kutsal bilgi kaynağı.

naber napıyorsun? yine format kaydı. emrah, geceler. ve beden. ebeden...

bugün beşiktaştaki evi son kez görüyor olabileceğimi farkettim. benim için önemi belki de mevcut sakinlerinin atfettiğinden büyük olabilir. orası benim gece 1-4 sığınağımdı. kaçak et kesimhanemdi. yanlış anlaşılmaya mahal vermeyeyim, kaçak et diye gençliğimi kesiyordum. suat' tan ayrılmış, çok üzgünmüş. kesiveriyordum anasını satayım. bütün geçmişim üstümde kokuyordu, o ben i ben yapan hüzün, nereye koyulacağını bilememiş yabancı, ah, o çekingen misafir.. yokuş koşucusu, kırık tablolarınız birleştirilir yeni gibi tablolar hep o istediğiniz insan var ya böyle dediğiniz ki süper işte ah o adam o kadın ben işte onları ben öyle küçük parçalardan birleştirip sizlere teslim edebilirim bir öncesi olsun yeter ki kafanızda bir imaj olsun parçalanmış olsun ya da elceğizlerim ne için benim de meziyetim bu dediğiniz ya da olsun dediğiniz meziyetler o sahip olmak için benlik dediğinizden feragatler ah bazen koşu bile yapmalı insan tahta boya gerizekalı o kadar tahta var düşün her odun potansiyel birer tahta ve ağaçlar oduna odunlar tahtaya dönmeli yurdumda.

nasıl bir anda o güzelim yatakhaneden ayrıldıysak, ki ben bu süreci ellerimle hızlandırdım, o kadıköydeki emlakçı övgüsü evden ayrıldıysak, "ısrarla moda" daki ucundan deniz bile gören evden ayrıldıysak, beşiktaş taki benim için anlamı içindekilerin daima açık geniş kucaklarıyla örülmüş o koca evden de ayrılıyoruz. olum siz şimdi anlamıyorsunuz da ayrılırken fena koyuyor. pis tribe girdim.

yaza yaza yaz geldi
bu da sana az geldi
kapı çalmış kim geldi
anancılar geldi hoş geldi.

sahur geldi. bu gece bir kutu şeftali ziyafeti yedim. tek başıma. pek belli edemedim de orada kıvamından ötürü beğenmediğinizi umarak ağlamadım, yoksa çok güzel abi. beğenmeliydiniz.

fotograftaki kız, seni seviyorum ve seni bulacağım.

19 Ağustos 2010 Perşembe

kıssa kıssa


  • Yarın abla gelecek ve her perşembe gibi abla sosyalleşmesi adı altında sokaklarda top koşturacağız.Ah ablam canım ablam.Aktiviteden aktiviteye koşacağımız bir gün daha.Yoruldum artık be.Programım çok yoğun anasını satayım.Günlüğe dert yanmak gibi olmasın, çok işim var sayın günlük.oldu.
  • Parkta Bülent Ortaçgil dinlerken, ortaçgili sevmediğimi anladım.Emrah'a ilettim ne dese beğenirsiniz; ''koskaca ortaçgil.''
  • Üstat olmanın küçük sırlarını vereceğim ilerleyen günlerde dostlar haberiniz olsun,not defterleriniz hazır olsun.Ben bir üstat tanıyorum.
  • Küçük sırların bir kısmını kaçırdık ama olay örgüsünü bunca yıllık dizi deneyimimizle hemen tamamladık.
  • Facebook neden bu kadar durgunsun,hiç zum yok be usta.
  • Yarın,derslerde çok iyi not alan bir kızla ilişkiye girmeyi düşünüyorum.İbretlik bir not paylaşımı bekliyorum.Gerekirse bedenimi de sunarım.
  • Sahur,iftar,usul,gusül derken bir ramazanı daha kolayladık gibi,ilk 5 gün geçince gerisi geliyor be babacığım.
  • Fotoğraflar google görselden,bereketi allahtan.
sen ne diyosun yaa..ben geçen ölüyorum sandım yalnızlıktan..
K.

17 Ağustos 2010 Salı

üslupta hata olabilir, ama teşbihte asla


teyzeli arçelik reklamı var ya. o kız çok güzel çıkmış. teyze yani. teyzeyi oynayan. gündelik hayatında o kadar güzel değil bence. ama uzunca bir videoda yani reklamda o kadar iyi çıkmışsa bence biraz çabayla süper olur. hayat da orta metraj bir.. yazış da.

çorlu fenalarda. üzerime geleyore. istanbulum geldi fena. irandan arkadaşlarım gelmiş istanbula. biraz üşengeçlikle ahlaki sorumluluk çarpışıyor bünyemde. ki şahsım benliğimin savaş alanına dönmesine alışkın olmakla birlikte istenilmeyen durumlardan kaçmayı da kendine görev bilemeyip işbu sıkıntıya meyyal ruhumu daralmalara sürükleyebiliyor. lakan, sence froyd mu beni bırakan? sevgili arkadaşlarımı özledim. malum biz orta büyüklükte bir aile gibiyiz.

çapa kabul edildim. artık sosyoloji öğrencisiyim de. aman allahım bu ne yük şimdiden omuzlarımı çöktürüp kalbimi hızlandıran. akademide yoğrulup bilimle yani bilerek sevişmek istiyorum. abi her iş kuralına, raconuna göre. ne iş yapıyorsan, hangi işi yapıyorsan, ADAM GİBİ yap. ama ben, yani ADAM' ın antitezi, bilumum tasavvuf erbabına istinad edip kendimi mi arayayım yoksa büyük bir üstada kulak verip ADAM mı olayım. oh my god what an oxymoronic state of being. aha bugün küçük sırlar var. YAŞASIN!

abi kafanda kendinle konuşabileceğin kadar yer olsun yeter. bir de yolunu görebileceğin kadar gözün kendini duyabileceğin kadar kulağın.

bu üslubu da blog yazarları cemiyetinden devşirdim. bir de foto çakayım. tumblr ne süper uygulama isn t it emrah? sanat and the sepet.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

veerappanın soygunları ve bıyıkları


içimde buruk bir heyecan.. akşam bursasporun maçı var, son şampiyonun açılış maçı. tuttuğum takım, dedemin tuttuğu takım, kardeşimin tuttuğu takım. yenilenmiş stadyum. ama bir şey var içimde işte beni rahat bırakmayan. dünyanın bir ucuna da gitsem hep içimde taşıdığım bir his. önce ottoman sonra da msg kardeşimin kendilerince anlattıkları 'aylaklığım', 'çokta fifiliğim'. Ne yaparsam yapayım, nereye gidersem gideyim biliyorum ki gene gayrettepede yalnız bir gece geçireceğim, her şeyin boğazımda düğümleneceği bir gece. new hallın önünde yalnız başıma sigara içerek darlanacağım, tanıdık biri yok mu diye. gezmeyi çok seviyorum ama biliyorum ki geri döneceğim. bir çok ecnebiyle tanıştım ama eminim ki bir gün gene telefonum çalsın diye saatlerce boş boş bekleyeceğim. e o zaman çokta fifi yani. banane. ben aylaklığımla mutluyum aslında, kendi halimde mutluyum. hiç bir şey için çok heyecanlanmamayı öğrendim, çoğu şeye şaşırmamayı. barcelonada ki cansız manken de kibariye dinliyor çünkü. uzun lafın kısası, estadio santiago bernabau da deplasmana gidiyor olsam gene bu kadar heyecanlı olurum. bilmem. iki yarım bir tam etmez.

bu neyin heyecanı, istanbulda duymayan kalmadı. o kadar farklı bir şey değil ki. gideceksin yine geri döneceksin. o zaman kendine bir sor bakalım, neden?

selam

vay arkadaş. vay. arkadaş. bir iki kelam da ben edeyim. malum, yalnızım. abi çok da fifi. yani arka sıradakiler muhteşem dizisinin inanılmaz karakterinin harika repliği: "eeeh çok da fifi" herşeyin bittiği yerdir. bu lafın özünün ilgi alanı bizim -kadıköylü, kaybeden, tembel, eleştirel bir açıdan alayına karşı bir açıdan herşeye eyvallah, serdar kardeşimin geniş özetinde yetkin üslubuyla anlattığı- hayatımız. fakat genel olarak yaşanmışlıklara değil yaşanmamışlıklara darlananlar olarak "eeh çok da fifi" yalnızlık psikolojisinin de önüne bir set çekmeli. bizi daraltan taksiye binip kazıklanmaktan ziyade taksiye hiç binmemek, ya da gidecek bir yerin yokluğu değil mi? giden paraya değil gidemeyen paraya değil mi ağıtımız, ya da sagumuz. diyeceğim o ki eeh çok da fifi. yalnızlık da o kadar da değil. ottoman mahlaslı yazardan devşirdiğim yazıya alıntıyla son verme ekolüne ekşici bir piç gibi selam çakmaktan geri duramıyorum. hayırlara vesile..

--Şahende Abla, içim çok kırılıyor kimi günler. Dayanamıyorum. İyi ki şu şarkılar var.

Füruzan - Sevda Dolu Bir Yaz -s. 76-

15 Ağustos 2010 Pazar

Hormon,Mormon

Kim tahmin edebilir ki lisede okuduğun biyoloji kitabı hayatın boyunca değer verdiğin, anlam yüklediğin hemen hemen her kavramı olabileceği en bayağı seviyeye indisin ve seni iç çelişkilerinle -internal confilict- bunalımlara sürüklesin. Siksen aklına aklına gelmez.

Hikayenin temeli şu; "endokrin sitem". Hormon falan hikayeleri yani... Lisede bize dediler ki abicim senin götünde başında süngere benzer hormonal bezler var, bunlar sen sen yaşamana devam edebilmen için, üreyebilmen için, başka bir deyişle türünün devamlılığını sağlayabilmen için hormon denilen şeyler salgılıyolar ve bu durum sana haz veriyo. Örneğin hayatta kalman için yemek yemen lazım, yiyosun yemeği, hop, senin süngerbob hemen salıveriyo hormonu hemen bi rahatlama bi mayışma. Bildiğin mutluluk veriyo sana. Ya da üremen lazım, buluyosun karşı cinsi, iki ileri geri, hop iki damla hormon daha, sanırsın alemin kralısın.

Ama işin ibneliği bundan sonra başlıyo. Hormon denilen sik seni sonsuza kadar mutlu etmiyo. Hormon istiyosan yiyeceksin, içeceksin, sikeceksin diyo fizyoloji baba. Ha ademoğlu da boş değil tabi işin ibneliğini buluyo hemen. Bilimum illegal maddelerle bu hormonel dalgaları kandırabiliyo. İş burada boka sarıyo işte. Sen akıllısın ya kandırıyosun hormonel bezleri, sikiyosun fizyolojiyi, ama herşeyin bir bedeli var tabi. Geliyo ardından ruhsal bunalımlar. Yetinemiyosun çünkü hep daha fazlasını istiyosun.

Sadece bu illegal maddeler değil elbet kendimizi kandırmanın yolu. Hormon=Mutluluk gibi basit bi mantık oturtursak eğer, sikik hayatımız boyunca yaptığımız her hareketi mutlu olmak için, biraz daha haz alabilmek için yapıyoruz -iki damla hormon için yani-. Bu mantıkla hareket edince çok anlamsız geliyo herşey. Ha derseniz ki "olum dert ettiğin şeye bak herkes böyle zaten bak takılmana", tek kelime söyleyemez susar otururum kenara. Haklısınız çünkü.

-KOCELİSİN SEN BİZİM CANIMIZ!- feat TomWaits…


Yıkıldık. Yıkıldıkça kanatlarımız
Kanatlarımız morardı gökleri gördük.
Kalemizde Erhan vardı, görkleri gördük.
Orta saha canavardı, götleri gördük.
Gördük kıyamet mormuş imam vaazından
İşte amcam bir kirişi öpmüş ağzından
‘Ve insan buna ne oluyor dediği zaman’
U must say good-bai 2 me.
Inh! Inh!

Çürüdük. Çürüdükçe babalarımız
Babalarımız koktu toprağa döktük
Toprak koktu toprağı Allah’a döktük
Allah çoktu cehennemi cennete döktük.
Döktük gitti aklımız al Pasiflora iç!
Ali gelme okul çökmüş seni şanslı piç!
Göklerdeki babamız geç kalmazdı hiç?
U must say good-bai 2 me.
Inh! Inh!

Uyandık. Uyandıkça sakallarımız
Sakallarımız vardı dervişe kestik
Devlet aciz, rahmet olduk yolları kestik
Mecbur kaldık cesetlerden kolları kestik.
Kestik, boş tabuta bari bir uzuv girsin
Bitsin bu azap burda, dünyada bitsin
Bağırmayan taraftar siktirsin gitsin
U must say good-bai 2 me.
Inh! Inh!

AH MUHSİN BEY

Akşamüstü


Hiç çalmayacak sanmıştım.Annem, olsun, sestir en nihayetinde.Ne yaptın,ne ettinden öteye gidemedik.Nereye gidecektik ki?Ne yapıcan dedi,makarna dedim.Özledik dedi,bende dedim.Paran dedi, var dedim.Kapadık.Bir konuşmayı daha böyle harcadık.Üç gün sonra belki çalar bir daha.Televizyonu açtım,üçlü koltuğa uzandım.Dışardan canımlı, cicimli samimiyetsiz bir konuşma.Sinirlendim, uyudum.Ter içinde uyandım.Duşa mı girsem diye düşündüm bir an.Yine terleyeceğim nasıl olsa.Yine terleyeceğim mantığıyla yaz boyunca duş almayabilirdim.Suyu kaynattım,biraz yağ ekledim.Koyverdim makarnayı.Canına yandığımın makarnası.Tabak,kaşık,mayonez.Haberlerde oruçluyken denize girilir mi tartışması.Değiştirdim.Bizim hoca geç mi okuyor?

''Yalnızlık'' tek kelime,söylenişi ne kadar kolay.Halbuki yaşanması o kadar zordur ki.
Goethe


12 Ağustos 2010 Perşembe

Az çağdaş blog manifestosu


Biz kimiz.Ne gidebilmiş ne kalabilmişleriz.Aylaklıktan nefret eden fakat başka bir şey yapamayanlarız biz.Evde,televizyon karşısında oturup bizim gibi olmayanlara küfürbaz eleştiriler sallayanlarız biz.Mahsun'un sinema değil müzik yapmasını isteyenleriz.İbo şovsuz yaza yaz demeyenleriz.İyi niyetli kötü çocuklarız biz.Tamer Karadağlı' yız, Kaan Çaydamlı' yız.Kadıköy sokaklarında saçma sapan duygulananlarız.Duygulanınca sigara yakar,Duman dinleriz biz.Biraz düz adamlarız.Pek okumayız, ver görseli biz yeriz.Hem dışarda hem içerde olanlarız biz.Taşralıyız ulan biz.Hepimiz biraz arabesk değil miyiz.Temkinli olun tedirgin ruhlar bir gece ansızın gerçekten gelebiliriz.


''Bir aylak hiçbir şey yapmaz, dalga geçmenin dışında.''
Baudelaire

Ben bi adamı sabah görürsem selam verir geçerim..

Çaresizliğim boğazımda düğümleniyor. İçimdeki dünyaya sığamıyorum. Kendime bakmaya korkuyorum. Ağlamakla ölmek arasındayım. İçimde yenemediğim bir savaşın ortasındayım. 21 yaşında bu neyin savaşı lan amık? Bi bokum yok aslında, trip olsun işte. Yok lan bazen harbiden çok kötü oluyorum. Neyse ki artık Beirut dinleyen bir insanım.

Dün gece bana bir şeyler oldu. Kendime yediremediğim şeyler. Boğazımda düğümlenen şeyler. Bu kadar duygusal olmam neyin sonucu acaba. Sırf yengeç burcu olduğum içinse yazıklar olsun. Çoğu şeyi içimde yaşama arzusu da annemden desem, ikisinin birleşimi beni yıkabilecek güçte. Yıktı da zaten. Güçsüzlüğün yüzüne vurulması üzücü. Üzüldüm sanki.

Biz bu blogu birkaç arkadaş açtık aslında ama anladığım kadarıyla onların yazmaya pek niyeti yok. Haklılar da. Ben de şu an yalnız olmasam yazmazdım herhalde. Bir anda blog açma fikri çok saçma geldi. yeter.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Bir düşman çok, yüz dost azdır

Başlık 'Hopi' boyuna ait bir Kızılderili atasözü.. Tam olarak ne demek istediği hakkında pek bir fikrim yok. Tahminimce söyleyen kişi de beni düşünerek söylememiş. Eğer düşünseydi 'bir düşman çok, bin dost azdır' şeklinde söylerdi. (Bir-bin benziyo ya ondan) Ben işte her olaya bu açıdan bakabiliyorum sadece. Anladınız mı? Çok dar görüşlü bir insanım, gerçekten. Cahilim de aynı zamanda. Hatta ben galiba bayağı bir eziğim. Modern zaman eziği.. Ama siz beni bir ay sonra görün. Oi va voi dinlemeye başladım bile. Bence Londranın gerçek sesi bu grup. Yok ben İskoç tınısı istiyorum derseniz, Mogwai dinlemenizi öneririm size.

Bu ilk blog yazım olduğu için biraz zorluk çekiyorum takdir edersiniz ki. Suçu tecrübesizliğime bağladım aslında ama gerçek sebep cahilliğim. Hayata çok farklı bir bakış açım var. Az şey bilmek hoşuma gidiyor gibi. Mohawk boyunun önde gelen reislerinden biri demiş ki: ' Doğum yapan her şey dişidir. Kadınların ezelden beri bildiği kainatın dengelerini, erkeklerde anlamaya başladığı zaman, dünya daha iyi bir dünya olmak üzere değişmeye başlamış olacaktır.' Ne diyon oğlum sen? Bu nasıl bir söz. Zamane kadınlarını iyi tanıdığımı düşünüyorum. Sen kalkmış kainat dengesinden bahsediyorsun. Öyle değil lan artık kadınlar. Bence o zaman da değildi, senin kafan dumanlıymış sadece. Birde kuş reisin şu sözüne bir bakalım: 'There are big men in Turkey; you know mafia' Şu lafın söylendiği bir dünyada ben ne kadar ciddi olabilirim bana cevap verin. Gorillaz da iyidir.

Ben de artık bir blog yazarıyım. İyi veya kötü. Yapacağınız yorumlar bundan sonraki yazılarımda önemli bir rol almayacaktır. Onu bilerek yorum yapın, ama yapın. Zaten beni herkes çok sever.