30 Eylül 2010 Perşembe

komm




söz konusu bizim ev olunca o meşhur söz, şuna dönüşüveriyor: "aynı banyoda iki kez yıkanamazsın, çünkü ikinci kez girdiğinde ya kombi bozulmuştur, ya da sular akmamaktadır." suların akmadığı olmadı aslında, o yazış da biz kombiden çok çektik. her kış kombici çağırıyoruz. aslında sağlıklı bir şey, kombimizi yıllık bakımdan geçiriyoruz şeklinde düşünülebilir. ama ben hayatımda bir kere bile check-up yaptırmadım mesela. kombi hayattır. ben hasta olayım, o olmasın. üstelik en az 3 haftamıza mal oluyor. neuse. şimdi tüm izleyicilerimizden rica ediyoruz: kombimiz için iyi dileklerde bulunun.

kombine. kombi ne? kombine kombine. kombine alıyorum galatasarayın yeni stadına. kimilerine göre ttarena, kimilerine göre turktelekomarena, kimilerine göre aslantepe, kimilerine göre ise ali sami yen spor kompleksi. (kompleks diyince aklıma kompleks sayılar geliyor yau, kompleks sayıların RxR 'ye izomorf olduğunu söyleyerek selamlıyorum onları.) neyse kardeşimle bir buçuk sezon boyunca yeni stadda avazımız çıktığı kadar bağırıyor olacağız. takım kötü oynasa da bağırmayı seviyorum. kombine aldığımız kat ultraslanın bulunduğu yer olacak, o da kimilerine göre kuzey tribün 1. kat, kimilerine göre Pegasus tribünü, kimilerine göre ise Alparslan Dikmen tribünü, kimilerine göre Eski Açık. Kafalar karışık.

kombinezon kombinasyon kombinatorik. sizler hakkında yazmak da isterdim. hatta inanın bana uğraştım da, ama elimden gelmedi. umarım bir başka yazıda sizleri de kullanır, o kulağa tad veren tınınızı yakalama şerefine ulaşırım. bugün new hall da bir adam gördüm. faruk şeref zannettim. yanına kadar gittim, o değilmiş. koskoca katta sadece ikimiz vardık, kendisine doğru uzaktan gülerek gelen bir erkeği görünce garipsemiş midir bilmiyorum. yanıldığımı farkedince geri de dönemedim, onu geçtim ve yanında bulunan nh203 nolu sınıfın ders programına baktım uzunca. geri döndüm. faruk şerefine ulaşamadım ama münir gür ve merve mergeni gördüm. onlara doğru seke seke çaydan geçtim.

bugün halısahamız vardı. çok koştum, çok yoruldum, ama sonunda ben de düştüm. bitiyorum her nefeste ne halim varsa gördüm.

dün ilk defa motorsikletli olduğum için trafikte sıkıştırıldım. oluyormuş lan hakkaten. hep derlerdi de inanmazdım. adam bildiğin yolumu kapatmak için kaba etini yırttı ama fırfır hemen kaçtım aralardan. dönüp orta parmağımı göstermek istedim ama altımdaki motor mondialdi, yemezdi. vespadan aşağısı kurtarmazmış o hareketi. ama canavar gibi sürüyorum var ya. fiuu. geçen de benzinim bitti. o da başka bir macera idi. eni idi ici. başına koy yapar, veni vidi vici yapar, ve münir kardeşim latince alıyor. ben de antik yunanca alıcam ve boğaziçi sınırları içindeki seksapelimize seksapelite katıcaz. serdar da motor aldığı vakit 4lü takılıcaz. emrahın memelerini sırtımda hissetmek istiyorum.

emrahın memelerini sırtımda hissetmek istiyorum.

etmek istiyorum.

istiyorum.

yorum. pls.

::fotoğraf antik yunan'dan. yazarlarımız için düşündüm. bir tanesi de şanslı bir izleyicimize.

Bizim Kiler


Bir kaç golde taş üstü tartışmaları olmuştu,sinirler bir hayli gerildi.Aşağı mahallenin çocukları belalıdır sözleri kulaklarda çınlıyordu.Cami hocasının sesi yenildiğimiz bir maçın son düdüğüydü.Bizim maçları hep hoca bitirirdi.Mahalle içi bir maç değerlendirmesi yaptık.Biraz geç kaldım.Annem balkondaydı.Merdivenleri çıkarken gerildim.Ben geç kaldığımda hep gerilirdim.Geç kaldın dedi.Maç vardı dedim.Elimi yüzümü yıkadım,sofraya oturduk.Pek konuşmadık akıllar maçın rövanşındaydı.Duşa girdim.Duş bir şenliğe dönüşmüştü.Küveti doldurup,filmlerdeki gibi ortalığı köpürtmek istedim.Olmadı.Hacı Şakir'le olmazdı da.Bülent Ersoy küvete süt dolduruyordu o seneler.10 yaşındaydım ve Bülent Ersoy'un cinsel seçimi kafamı karıştırıyordu.Şenlik bitti.Odaya girdim, soba yanıyordu ve soba sıcaklığı hissedildiği an mayıştırdı temiz bünyeyi.Sobanın yanındaki mindere uzandım.Biraz sızmışım.Akıllar maçın rövanşında.Giyindim,tertemizdim.Ben her pazar yatağa temiz girerdim.Ödevleri yapmamıştım,tedirgindim.Star'da Bizimkiler başladı,sonunu getiremedim.Ben Bizimkilerin sonunu hiç getiremedim.10 yaşındaydım ve tedirgindim.

''Normal bir çocuktum,herkes gibi yaşım gelince mahalle maçlarına çıkmaya başladım.''
Erol Egemen

29 Eylül 2010 Çarşamba

ben fazıl ve orhan

kulağımda kulaklık, yola koyuldum. hava tam elele yürümelikti. ellerim boştu. eldiven mi alsam dedim yine kendi kendime. o an gözüm başka bir şeye takıldı eldiveni yine unuttum. ilk sokaktan sağa dönmem gerekirken sola döndüm. ama tekrar aynı yola çıktım. aha dedim mirror image. bu mantıkla, gideceğim yere varmak için sağa dönmem gerekecekti. sola döndüm. yine aynı yola çıktım. kafam karıştı.

kırmızı bir t-shirt giymiştim. hava birden kızardı. tabi bu durum biraz bizarre dı. yürümeye devam ettim. hava yeşile döndü. tişörtüm de yeşile döndü. hava sararırken tişört de sarardı. hava bok rengi oldu. sonra turuncu. artık pantolonum da turuncuydu. şaşırdım. aklıma gözlerim geldi. herkes gözlerimi övdü hayatım boyunca, bir ben göremiyorum ne kadar mavi olduklarını. şimdi hava mavi olsa, sonra morarsa, gözlerim de mor mu olacak dedim.

gideceğim yere geldim, oturdum. önüme çay geldi, içtim. yanıma kız geldi, sevdim. başıma kuş sıçtı, sövdüm. gittim saçımı kazıttım.

tam o sırada telefonum çaldı. selam ben batu dedi. vaay batu naber dedim. pardon? dedi. fransız aksanıyla. nasıl hoşuma gitti, anlatamam. sırıttım pis pis. ses gelmeyince, kardeşim? dedim. sanırım yanlış anladınız, batı ben diye düzeltti. bu akşam bizde parti var, gelir misin? dedim ki sigara içiliyor mu? evet dedi, istediğin kadar içebilirsin, açık alanda parti, ama sen sigara içmiyordun? yok dedim, başka bir arkadaşım için sordum.

telefonu kapattım. bir çay daha içmeye gittim. her yerde adamlar vardı bu sefer. kahkahalar atıyorlar, ama nasıl var ya. etrafa bakıyorum. sessiz sakin bir adam var en arka masada. kimseyle konuşmuyor. gittim yanına, nasılsınız diye sordum. kafasını kaldırdı, tanıdık geliyordu. iyiyim dedi. moraliniz bozuk biraz sanırım dedim, oturabilir miyim? o an kendimden tiksindim. sanırım o da biraz benden tiksindi. adamı oturduğum zaman çıkardım. fazıl say'dı bu.

akşamki partiye beni çağırmadılar dedi. yeteri kadar batılı değilmişim. hava birden beyaz oldu. içeri kızlar doldu, hepsinde West Virginia tişörtleri vardı. bembeyazlardı. o an çekik gözlü bir kız gördüm. küçüktü. çok sevdim. fazıl'a döndüm. abi seni tanımıyorum ben ya dedim. tanımak da istemiyorum, güle güle. kalktım masadan.

kırmızı ışıkta bekleyen bir grup insan gördüm, arkalarına geçtim.

dönüş yolunda bizim mahallede polis vardı, adam intihar etmiş. yolu bulmakta zorluk çekmemiştim bu sefer. kulağımda kulaklık olmasaymış adamı duyabilirmişim, çok bağırmış atlamadan önce.

deneysel

biz bu dünyaya sevmeye geldik, eşi dostu görmeye geldik.

yazının gerek başlığıyla gerek görseliyle ilk bakışta dikkatleri üzerime çekip ilerleyen satırlarda içeriğin fıslığı ve üslubun yavanlığıyla şimşekleri üzerime çekmeyi planlıyorum sevgili dostlar. blogdaki ilk yazım belki de yaşamımdaki 3.yazım.üç ila dört hobimden biri eş anlamlı kelimelerle oynamak.o benim oyuncağım.biraz heyecanlıyım.yok lan değilim.heyecanlanmamayı öğrenmem lazım.zaten ne yazacam.yazan yazıyor abi.di mi münir? muhtemel okuyuculardan birine umarsız bir ekşici gibi selam çaktığıma göre küçük bir tuna olabilirim.ancak iclal aydını ömrüm boyunca sevmedim.nasıl?sıkıldınız mı?sanırım.adeta okuyucularımla konuşuyor gibiyim.zevk diyarlarında gezer gibiyim.


aşağıdaki satırlarda da aradığınızı bulacağınızı pek sanmıyorum.üzerimde yazı yazma baskısı hayli yoğun.kayahandan sonraki en büyük ustamızın dediği gibi yine kendimden kaçtım yavrum.kalemime yıllık yazıları sebebiyle ilk sarıldığım 18 yaşında yazın dünyasına umut verecek eserler bırakamadım.o günden sonra kalemimi de bırakamadım.yazış.hemen bıraktım.ekseriyetle fikirlerimi çenem yoluyla paylaşırım.banu güvenle hiç düşünmem hayatı paylaşırım.sorarsan en büyük heyecanın nedir diye yarın başlayacak halı saha derim.ve dahasını da eklerim.git gide alevlenen akademi ateşinin hiç sönmemesini de temenni ederim.yeni heyecanlar arıyorum.şimdilik bu heyecanlarla tatmin oluyorum.geçen gün atıp tuttum ama ben uykuyu çok seviyorum.

blog camiasında ürünüm  varsa bunda şüphesiz emeği olan fatih tuncere ve bu görseli sağlayan gizli gizli buluşup tarçınlı sütlaç yediğimiz tumblr(tambılırı) camiasına selam olsun.sizleri solgun bir kütüphaneden seviyorum.(akademi naber?)

blogda ilk yazının şanındandır diyerek bir alıntıyla yazıma son vermek istiyorum.kim bilir belki ilerleyen yazılarda daha okunaklı yazarım.


''aşk örgütlenmektir, bir düşünün abiler.''

28 Eylül 2010 Salı

amelasyon saçlarım ve ezilmeye doyamayan arkadaşlarım


13 yaşındaydım. yakışıklıydım. yüzümde henüz tek bir sivilce bile yoktu. orta okulda kızların ilgisinden baymış durumdaydım. lgs sınavına girmiş beklentilerin üzerinde bir puan almıştım. yaz tatilim rahat geçiyordu. ufak yaşıma rağmen uyuşturucu kullanıyor fahişelerle yatıp kalkıyordum. geç saatlere kadar dışarıda takılıyor öğlene kadar uyuyordum. bir sabah annem geldi ve beni uyandırdı. dedim anne saatin farkındamısın, daha afyonum patlamadı. yine geceden kalmaydım. 'kalk oğul işe başladın' dedi. efendim demeye kalmadan kendimi dayımın dükkanında buldum. o zamanlar 22 yaşında olan dayım hayata erken atılmış, 17 yaşında dükkan açmıştı. o dönemlerin en yaygın işi olan cep telefonu ve teknik servis dükkanı vardı. adı 'türktel'di. sponsorumuz turkcelldi. dükkanda ayak işlerine koşturuyor, yerleri siliyordum. daha sonra bana kredi kartıyla kontör yükleme görevi de verildi. dayımdan öğrendiğim çakal esnaf numaralarını uyguluyor, dükkanın kapısında durup abilerimden gördüğüm gibi kadın ayırt etmeden önümden geçenlerin kalçalarına ince kesikler atıyor, yaşıma güvenerek dükkanın müdavimlerine sarıyordum. o derece ki 40lı yaşlarında bir polis memurunun üzerine o kadar fazla gitmiştim ki elinden zor kurtuldum. dükkandaki boş vakitlerimde ise insanları gözlemliyor, teknik servisteki elemanlarla sohbet ediyordum. ama en hoşuma giden şey dayımın paralarını saymaktı. ben haftalık 25 lira alıyordum ve bu durumdan çok mutsuzdum. bir şekilde daha fazla para kazanmalıydım ve düşünüp taşındıktan sonra kendi işimi kurmaya karar verdim. mendil satacaktım. çevremden çok tepki gördüm; yapamazsın dediler, her yer parselli buralarda dayak yersin dediler. ama çok kararlıydım. bana tek desteği annem verdi ve birlikte yanlış hatırlamıyorsam başlangıç olarak 12li bir paket aldık. kafamdaki düşünce 'nasılsa kendi işim, istediğim saatte kalkar, istediğim saatte mola veririm. canım sıkılınca da eve dönerim kim ne diyebilir' şeklindeydi. ama öyle olmadı. sabah gene işe giderken kalktığım saatte annem beni uyandırdı. elimde mendille koyuldum yollara. mendili 1 liradan satıyordum. farkettiğiniz üzere ortalamanın üstünde bir fiyatım vardı çünkü mendillerim çok kaliteliydi. öğlen 12 ye kadar yalnızca 2 mendil satabilmiştim. işler kötü gidiyordu, birde üzerine 2002 krizi patlak verdi ve ilk girişimim hüsranla sonuçlandı. elimde kalan mendillerle dayımın dükkanın yolunu tuttum. dayım bana şöyle bir baktı, ve orada büyüklüğünü göstererek bana yeniden iş verdi. ama ben hala zarardaydım. dayımın duymayacağı bir şekilde 'dayı elimde kalan mendilleri sana satıyorum' dedim ve iştahla kasaya uzandım. mendillerin parasını aldım. sonra bir gün telefonum çaldı. tüm kızlara yüz çevirdiğim için arayan tabiki hayatımdaki tek kadın olan annemdi. 'sınav sonucun geldi, kadıköy anadolu lisesini kazanmışsın' dedi. bu okulun adını ilk defa duyuyordum. annem galatasaray-istanbul erkek-kabataş şeklinde giden listenin 4. ve son sırasına bu okulu yazmıştı. dükkanın önünde biraz düşündüm. biraz sevindim biraz üzüldüm. ama daha çok üzüldüm. böylece kadıköy anadolu lisesi maceram başlamış oldu.

peki tam şu an nemi yapıyorum. oi va voi den 'yesterday mistakes' adlı parçayı dinliyorum. 12 yaşındayken bursa kapalı çarşıda camiden 1 dakika içinde su doldurup geldiğimde kalfam tarafından limonatayla ödüllendirildiğimde 28 eylül salı günü esentepe de bana bakan bir kızılderili posterine karşı bu yazıyı yazacağımı nereden bilebilirdim. 5 yaşında altıparmaktaki apartmanımızın çatısında annem, komşumuz ferda teyze ve benimle yaşıt kızı didemle su savaşı yaparken bir gün gerçek olamayan arzularımın beni bu kadar çok üzeceğini nereden bilebilirdim? bilemezdim. öncesini düşünmeden sonrasınından korkmadan, uzun yada kısa, göynümün kontrol edemediğim noktalarından arwen'in floodu gibi yıkıp geçen, yaşamaya değer isteklerimin gerçek olamayacağını. ne fazla ne az. bilemezdim.

bugün otobüste keşke adımı son kızılderili yerine ilk ve tek kızılderili olarak alsaydım diye düşündüm. arada düşünüyorum. yorumlarınızı bekliyorum.




26 Eylül 2010 Pazar

kusam mı hocam?

eve korkarak geldim ama şu an moralim ortalamanın gayet üzerinde. hatta keyfime diyecek yok. atkılığımız o kadar güzel ki bakmaya doyamıyorum. birde atkılara bir ışıklandırma yaptık, resmen insana huzur veriyor. ev ile ilgili beklentilerimi mantık çerçevesinde sorgulayınca her şey çok daha güzel ve sakin. ottoman kardeşimin bugün şükretmekle ilgili kısa nutuğu da etkili oldu. teşekkürler ottoman.

bu aralar çok komik olduğumun farkındayım, ben bile kendimle vakit geçirmekten çok hoşlanıyorum. ama birde içimde yanan kor bir alev var. tam bitti derken bir anda alevleniyor. öldürüyor, tüketiyor. sanki mutluluğumdan beş sene götürüyor. anlatmakla olmuyor, susunca olmuyor. sinirleniyorum, nefret ediyorum. öfke beni güçlendiriyor. sonra boş bir anda gene düşüyorum. başkasına değil kendime karşı acizim. sadece özlüyorum. gerçek olmayan ihtimallere üzülüyorum.

manu seninle varya gündüzle gece oluruz. bazen capon bazen italyan oluruz. ne istediğini gerçekten çok iyi biliyorum. sadece kendini bana bırak. gerisini zaten sen halledersin. tanışıcağımız günü iple çekiyorum. benim için biçilmiş kaftansın. tadıma bir bakarsan bir daha bırakamazsın.




Şiir bahçesi



Kıyılardayız kısa şort falan
Çamlıktayız pantolonlar kumaş
Yazın serin kışın sıcak
Kendinden kaçıyorsun yavrum!

Bunlar nasıl kafalar
Kafanızı sikerim deyyuslar
Sıcak lan buralar
Kendinden kaçıyorsun yavrum!

Bukowski sen ne sikimsin
Batuhan'ın yanında otuzbir çekersin
Verin bir kemalettin
Kendinden kaçıyorsun yavrum!

Kadıköy'ün kızları
Yaktı beni yaktı seni
Dolmuş dört küsür
Kendinden kaçıyorsun yavrum!

25 Eylül 2010 Cumartesi

eleley


içimde biri var. başka biri mi bilmiyorum. "kim konuşuyor, ben konuşmuyorum" o bütün hop diyenler sevgili kısıtlayanlar onların hepsi eleleyeleley. şimdi bu açıdan cehennem olan öteki, öteki olduğu için değil, ben olmadığı için cehennem. sırayla uyarıyorum ben olmayan siktirsin gitsin.

iletişimsizlik sinirlendiriyorsa bencillikle eleleyeleley kololoykololoy.

gorazkitapomba
jorhalengerş
aholojteranzipa
senule, merhalengerş

lezrüğğğ, sen
huytaggome
mehlülll, men
hassikome

ellerini arkadan bağladığım hislerimin izdüşümleri bir sahilin ayakparmaklarıyla bağdaşıyorsa benden insanlara güvenmem beklenmesin.

ey silahrakdaşlarım
ümüğüne sarıldığımız o kadın
hani hep beraber eleleyeleley -doğru okunsun-
-bir sır veriyorum, o büyükçe konuşmaların başlangıcı farzedilsin-
o kadın işte
-mesela bir yemek öncesi masada oturulmuş iştahlanmış ağız suyu tükürük salya o beklentiyle bekleyin açıklamam çok büyük ama nasıl-
o kadın aslında. yani aslı olan yoklukta. aslı gibidir. suçlayan var mı? ya da hiç olmuş mu? of aslını suçlarsan ellerin bağlaşır kolların çapraşır dizlerin çözüşür -hayatıma giren herkese yaşanmış herşeyee porçözler veriyorum, sizinle..

herkesten özür dilerim. bu yazıyı münir yazdı ve baldırları.

"iki insan birbirine hayatı zehir ediyordu. geçerken gördük."

barış bıçakçı - bizim büyük çaresizliğimiz sy. aq.

glasgow rangers

sabah erken kalktım, ders seçimimi hallettim, biraz küçük oyun oynadım internette. temizliğe niyetlendim, ekmek aldım, kahvaltı ettim. radyo boğaziçi partisine davet almamış olmamın dışında her şey yolundaydı. ne kadar popüler olduğumu, daha popüler olmak için ne yapmam gerektiğini gözden geçirdim. kararlar aldım.

i will sue you, vişne suyu. ingilizce kelime esprilerine geçeyim diyorum, sonuçta boğaziçi gibi bir okulda okuyorum.

buraya yazayım da atkı koleksiyonumuzu, bir parça eksildiğini hissedersem döner kontrol ederim:

manchester city
zenit petersburg
kadıköy anadolu lisesi
suriyeden bir takım
real madrid
tunustan bir takım
cska moskova
liverpool
ajax
fiorentina
stuttgart
barcelona
bursaspor
lüleburgazspor
eskişehir/kasımpaşa
arsenal

bunlara panathinaikos ve glasgow rangers da eklenecek.

yani diyeceğim o ki bize atkı alın gittiğiniz yerlerden, anı olsun. herkes akıllı olsun.

24 Eylül 2010 Cuma

Sen geçerken sahilden sesizce...


Bu akşam hem yalnızlığın sıkıntısını biraz olsun hafifletmek hem de erken uyuyamama sorunuma çare bulmak amacıyla bi şişe şarap aldım kendime ucuzdan hallice. Eve geldim açtım şarabı, koydum güzelce kadehe(15 cl) başladım televizyonu kurcalamaya. Bir kaç sikindirik dizi ve programdan sonra sky türk te "akustikhane" diye bi programa denk geldim. Olay şu; bi sunucu var, üç tane konuk müzisyen var, konuklar akustik caz yapıyo, aralarda da sunucunun önderliğinde "göt sohbetlere" dalınıyo.

Benim pek bi hoşuma gitti iki kadeh şarabın üzerine bu konsept. Neyse zaman ilerledikçe -şarap azaldıkça- beni sardı yine düşünceler. İnanılmaz haz alıyorum halimden, bi yandan düşününce de çok yavşak geliyo içinde bulunduğum durum. Serde delikanlılık var ya, sindiremiyorum şarap içip, göt göt caz dinlemeyi. O sırada konuklar çalarken, kamera programın sunucusuna odaklandı. Adam o kadar itici geldi ki o an, bi yandan şarkıya eşlik edip bi yandan kameraya antin kuntin, göt göt hareketler yapıyo. Özetle, tripten tribe giriyo. O an aklıma şu düşünce geldi; "caz güzel de cazseverler çok tripte." Belki de bu yüzden caz dinlerken kendimi rahatsız hissediyorum. Ya da bu tripler çok normal, ben delikanlılık kisvesi altında kendimi kapatıp o adamı samimiyetsiz görüyorum.

Bu durum "delikanlılık" dediğimiz olgunun "samimiyetle" doğrudan ilişkili olduğunun farkına varmamı sağladı. Ardından samimi olsam dahi, samimiyetsiz görünmemek adına kenimi ne kadar kısıtladığımı düşündüm. Aslına bakarsanız hiç de küçümsenecek bi konu değilmiş samimiyet benim için, belki de hayatımın merkezine koyduğum şey.

Bu durum -İstanbul'a göre- taşradan gelip karakterimin geliştiği yıllarda İstanbul'da yaşamamla da doğrudan ilişkili olabilir aslında. Sonuçta ne İstanbullu olabildik yıllardır ne de taşralı, sürekli arada -belki de ikisinden de beslenerek daha üstün bişey- olduk. Burası muamma ama ne iki taraftan da kopmak, ne de ikisinden birine dahil olmak imkansız bizim için. Bu çelişki belki de temeli sürekli memnuniyeti arayıp bulamayışımızın.

Yazımın sonunda Orhan Atasoy'un Gemiler klibini izlemeyi tavsiye ediyorum sizlere. 90lı yılların cürretkarlığını -belki de samimiyetini- sorgulamak adına.

İzlemek isteyenler için:

Bu da Orhan Atasoy hakkında ne kadar ansiklopedik olduğu tartışılan bilgi:

17 Eylül 2010 Cuma

ah barış abi aşkolsun aç koynuna kuş koysun


merhaba ben de artık bu bloğun yazarıyım.
direk böyle buraya yazılıyor mu abi?

bu yaz kendimle ilgili bir şey keşfettim. insanlar bana Barış adını layık görüyorlar. bu yaz birçok insanla tanıştım, bi 10-15 kişi bana senin adın barış mıydı, sen tam barışsın falan filan fişmekan. sanırım mavi gözlerim ve çocuksu ifadem buna sebep olan. insanlara barışı simgeliyorum. sonkızılderilinin bizlere öğrettiği bir söz vardır: Si tu veux la paix prepare la guerre. sanırım bu kadar fransızcayı hepimiz biliyoruz. bence barış bana hiç de gitmez. ben özgürüm. sadece özgürüm. sadece özgür vardı. bunu unutmayın. bir gün buraları terkedeceğim, bunu unutmayın.

ben özgürüm.

maç izlemek çok zevkli bir şey. her türlüsüne varım. akşam üşenmezsem kardeşimin halısaha maçını izlemeye gideceğim. kendisi maltepespor, kartalspor ve kartal bld. spor da oynar iken birçok maçına gitmişliğim vardır. özellikle kartal bld. as takımının da 3.ligde maçlarını oynadığı bulvarspor stadında o kadar çok maç izledim ki. kiki. özellikle bir idealtepe-köprülü amatör küme maçı izlemiştim, onu unutamıyorum. ama futbol dışında basketbol, voleybol ve tenis maçları da bence izlenmeye değer. olimpiyatları da ailecek oturup izleriz annanem önderliğinde.

ben tyson gayim.

matematik köyüne çocuklarını getiren aileler vardı. bazıları evlerin içinden çıkan ağaçları büyük bir hayranlıkla inceliyorlardı. vay canına doğayla ne kadar da iç içe derken bir yandan da ağaçların yapraklarını koparıp kokluyorlardı. doğa insana çok mu uzak lan? sanırım o insanlar bana barış gözüyle bakıyorlar. aslında barış değil de baros gözüyle baksalar daha çok sevinirim. çünkü tüm arkadaşlarımın da bildiği gibi halısahada son vuruşlarım biraz zayıf.

ben umut bulutum.

şirinceden ilk dönüşümde bir adamla sohbet ediyorduk. aile arkadaşı gibigibi. adam 40 yaşında. mhpyle yaşıt, ya da bir yaş küçük, düşün. mp3 playerı görünce ne tarz müzik dinliyorsun diye sordu. ne diyim ki ben sana abi dedim. tanıdığım tüm matematikçiler, mühendisler, matematiği seven adamlar dream theater dinler dedi. alette şarkısı olan çok değerli müzisyenlerden bazılarını saydım, o incelerken aletimi. i love argo. house ya da rap diye tanımlayabileceğimiz bazı müzik türlerini icra eden sanatçılarımızı diğer üstatların yanına yakıştıramadı. allalla matematikçiler daha kompleks şeyler dinler benim bildiğim dedi. şimdi ben basit bir adamım geyiği yapmak istemiyorum, çünkü çok kompleks bi adamım ama bir müziğin basit olması onu kalitesiz yapar mı? bu, 20 yıllık hayatımda müzik üzerine kurduğum tek tez. 1 aylık bir ömrü var.

ben snoopy doggy doggum.

müzik ve ben konulu bir yazım var. müsaade ederseniz onu da paylaşmak isterim bu yazının ardından.

bugünlük de bize ayrılan sürenin sonuna geldik, esen kalın.

14 Eylül 2010 Salı

Darlanmaya devam, darlanmak ömür boyu...


Uzun zamandır bloga bişeyler yazmaya çalışıyodum ama sürekli tıkanıyodum yazamıyodum ya da üşeniyodum tam emin değilim. Sanırım msg ve son kızılderilinin yeni yazıları bana tekrar yazma şevkini verdi, teşekkür ederim kardeşlerim.

Son zamanlarda kafam bozuk biraz, mütemadiyen darlanıyorum. Aslında ruh halim çok hızlı değişiyor ama içimde hep bir sıkıntı var. Ruh halim dediğim şey belki de kendi kendime taktığım bir maske hem kendimi hem çevremdekileri kandırmak için büründüğüm bir rol belki de. Bunun üzerine düşünüyorum aslında çoğunlukla son zamanlarda ama her zaman olduğu gibi ne olduğuna karar veremeyip "eeh siktiret" diyip koyuyorum götüne. Darlanmaya devam, darlanmak ömür boyu...

Son zamanlarda alkol tüketimimin de hayli arttığını farkettim bu bahsettiğim sıkıntıya paralel olarak. Ve her sabah baş ağrısıyla uyanıp, pişmanlık duyuyorum akşam yaptıklarımla ilgili. Boş kalmaktan olsa gerek sürekli yeni fikirler üretiyorum kafamda ve yeni -kendimce radikal- kararlar alıyorum, yapabileceğime tam anlamıyla inanmadan.

Mesela, "Aşkın 500 Günü" diye bir film izledim geçen. Herkese tavsiye ederim. Halet-i ruhiyemin müsaitliğinden midir bilmem ama pek bir etkilendim ben bu filmden. Ve memnun olmadığım bu hayat tarzımda değişiklik yapmak için hiç bir çaba göstermediğime kanaat getirdim. Neyse filmi bitirdim, bi sigara yaktım biraz düşündüm ve daha sosyal olmaya, giyimime kuşamıma, fiziksel görüntüme dikkat etmeye karar verdim. Hemen giyinip evden dışarı attım kendimi ama görmeniz lazım o halimi. Başım dik, karın içerde, göğüs dışarda falan, elimde sigara boş sokaklarda geziyorum özgüven abidesi olarak. Arkadaşlarımın olduğu bara gittim, bişey olur yeni insanlarla tanışırım bi fark gelir hayatıma diye. Basketbol şampiyonasının finali varmış. Bizim arkadaşlar dört parça balta seti olarak oturmuşlar yüksek bar masalarına pür dikkat maçı izliyorlar. Muhabbet yok, maçta keyif yok, seçim yasağı yüzden alkol yok. Oturdum, oturdum, oturdum... gitgide kamburlaştığımı hissettim bildiğin fiziksel anlamda da özgüven deposu söndü bildiğin. Maç bitti döndük birbirimize "nabalım" dedik, bi fikir çıkmadı ben de götüme baka baka döndüm eve. Ama kararlıyım ilk denememde fıslamış olabilirim ama yılmak yok artık. Bundan sonra daha sosyal daha sevecen daha presentabl bi adam olucam. Varsın göt olayım. Yeter amk 21 yaşındayım lan ben.

13 Eylül 2010 Pazartesi

gepetto

fatih tuncer tribinde sık ve ani yazılar yazmaya karar verdim. aklına geldikçe, günübirlik misal. yazarken araya bir iki espri karışır bir şey olur ne bileyim eeh çok da fifi.

bu ara kafamda şunlar var. ev işi patlarsa, ki öyle olacak gibi duruyor, dorm diyorum. pedretti dedi yani çık kafan rahat olsun dedi. benim demeye yüzüm olmazdı yani yuh.

şeyi düşünüyorum ve kesin. bir insanla ayrıldıktan sonra arkasını dönüp son kez bakacağından eminseniz o kişi annenizdir. bu zor cümlenin altından kalkabildim sanıyorum. bakmak ve bakılmamak, yalnızlığın ilk busesi.

"abi valla bu son dal" ya da "tek dalım vardı" hareketi evrensel. işaret parmağı ve orta parmak arasındaki sigarayı başparmakla dikeltip hafif sağa kaydırarak başı da inceden sağa meylettirerek önce eldeki sigaraya ardından da karşımızdakinin gözüne bakmak. sevgili okuyucular, lütfen bi deneyin.

medine - kadıköy arası çok yokmuş.

yeni format hakkında yorumlarınızı bekliyorum. devamı gelecekse elbet fatih tuncer e danışmak gerekir. abi o değil de popüler mi olsak. izleyiciler dizi dizi. ehey yaman.
ssukb tarzı aktif etiketleme bile yapılabilir. 20'li yaşlar, kadıköy. yazış da.

herkes bana facebookta cahil diyor


kimiside arkadaşlarımdan çık diyor. oturduğum sitede evet oyu verdiğim için herkesin gözünde değerim düştü. bilmiyorlar ki onlarında anneleri evet dedi. son cümle gereksiz oldu ama doğru. biliyorum lan.

son birkaç gündür odaya lamba alma fikriyle ayakta kalan bir ümit duvarım var, birde bebekte pazar kahvaltısı. düşünürseniz belki nasıl bir noktada durduğumu anlayabilirsiniz.

ne kadar kopuk yazıyorum lan. birde blogun diğer yazarlarına bakıyorumda kalemim ne kadar zayıf. helal sana ottoman, helal sana sagu ve msg. birde autumn var, gerçekten inanılmaz bir nick. rudy gay. aıtımını. ne yapıyoruz oğlum? biri yorum bölümünde açıklasın.

kızlar üzerindeki araştırmalarım sona ermek üzere. acaba bu kadar kurcalamasamıydım diyorum bu konuyu çünkü artık gerçekten kadınlara cinsel obje gözüyle bakmaya başladım. bugün alt komşumuz bir kız var, bişeyler yapmış. ona bakıyorum, facebooka bakıyorum, geçmişe bakıyorum. ırka karşı pek saygım kalmadı diyebilirim. şimdi dayımı daha iyi anlıyorum. zekeriya gürü daha iyi anlıyorum, babamı daha iyi anlıyorum. bülent ortaçgil napıyosun olum? kendine gel ya.

bugün ilk defa facebooku kapatmaya karar verdim. hesabı dondur dedim. neden dedi, seçeneklerde kendime göre bir cevap bulamadım. vardı aslında ama kendime yakıştıramadım sıradan bir cevabı ve diğer dedim. hepimiz böyle dedğilmiyiz. sonra oha dedim facebook naptın? ozan seni çok özleyecek dedi, mesut seni çok özleyecek dedi. birkaç isim daha saydı. birde kalfestte dostlarımla çekindiğim bir fotoğrafı koydu tabak gibi. bir anda duygulandım. dedim boğazın aygırı, kapatınca başkasından girecekmisin girmeyecekmisin. müniri düşündüm. aksini yapsaydı bana cesaret veriridi. vermedi. yüzümü elimle kapattım. yapamadım. resmen yapamadım.

kendimi çok özgür hissediyorum ama o kadar derinden bağlıyımki aslında. sadece ipi uzatabiliyorum. ne diyorum lan ben sizde ciddi ciddi okuyosunuz.

arada yazın amk.