31 Ekim 2010 Pazar

je rêve d' une réalisation


bu yazı bir prokrastinasyon niyetsizliğiyle doğuyor. niyetli olsa prokrastine etmiş olmam diye niyetsizlik kullandım hiç de hoş durmadı sanırım. artık okuyucu eksenliyim. okuyucu! soldan yaklaş, soldan.

yarın fransızca sınavı var. çalışmamışlıklarımla boğuşuyorum ama ne boğuşma. bir türlü girişemedim. keşke zekodan giriş derslerini alsaydım. eğer bugün çalışamazsam yarın sınavdan kötü alacağım ve bu iş olmuyor arkadaş deyip ecole normale superieure hayallerimin yerini norveç fiyordları alacak. hoop bi withdraw patlar.

evimi temizledim bugün. rafı taktık. live at pompei yi izledim biraz. inanılmaz bir kayıt. müzik dinlemek isteyenlere öneririm. ondan sonra işte öyle.

bugün pazar ve hava inanılmaz. şortla çıktım study' ye. hem de evim yakın karizması tabi. çok uzaklaşamama garantisi bir yandan. bir hareket çok hikmet. hikmet abi! soldan yaklaş, soldan.

fotograf beni anlatıyor. fotografı çeken kim di mi? o da benim. mecaz ulan mecaz.

geçenlerde yazarlarımızdan autumn ile yemek yapıyorduk. arpacık soğanları doğrama görevini ben üstlenmiştim. dedi ki autumn: ağla. dedim ki: açılır mıyım? dedi ki autumn: kapanırsın.

ben arkadaşlarımı o kadar çok seviyorum ki.

bir de şiir:

Kalbim
Parçalanmış
Sökerken
Seni

KPSS ye giren herkese başarılar dilerim. bu sınavda sistem değişmiş herkes kendisiyle yarışıyormuş. dolayısıyla herkes başarılı olabilir.

30 Ekim 2010 Cumartesi

Tembellik Günleri


tembellik günlerinde 3.güne girdik.

perşembe günü okul 1de bitti. uçaksavara halamın yanına gittim. babanemin etli dolmalarını yedim. küçükken düküm kadar dolma derlerdi. çıkan fırtına ve etraftaki uzun ağaçların inanılmaz dansı eve gitmemi engelledi. zira motorsiklet üzerinde en çok korktuğum şey rüzgar. hiçbir şekilde karşı koyamıyorum. her neyse. abi evde bir yatak var. hayatımda ben böyle bir yatak görmedim. 2 saniye maximum uykuya dalma süresi. öğle uykusuna uyudum uyandım baktım rüzgar daha fena. o gece orada kaldım.

cuma sabah erkenden uyanıp motoru eve bırakıp, annemlere geldim. kahvaltı mahvaltı, yazacak hiçbir şey yok lan. hiçbir şey yapmadım. trt1'de ankara'daki kutlamaları seyrettik. size bir itirafta bulunacağım: onuncu yıl marşı beni heyecanlandırıyor. tamam abi devlete falan karşıyız da ben devlet olsam 3 yılda bir yeni marş yaptırırım, marşsız cumhuriyet olur mu? geçen yıllardan bir tanesinde kutlama coşkusunu yaşamak için bağdat caddesindeydik. 3 saat falan yürüdük. onuncu yıl marşı ve gençlik marşı ve kadıköy belediyesi marşından başka marşımız yok. 3 saatte sadece 3 marş döndü. rezalet. zaten oradaki gerizekalı kitleyi gördükten sonra bir daha da katılmadım hiçbir fener alayına. ben simple bir adam olmak istemiştim sadece, cumhuriyet bayramını kutlayan. neyse sizi bunlarla oyalarken 2 şey geldi dün aklıma, yaptığım. sevdiğim bir insana derivation gönderdim. bir de tk'da okumamız gereken Başkasının Rüyaları kitabını okudum bitirdim.

bugün cumartesi. pazartesiyi bekliyorum biraz heyecanlı. hiçbir şey yapmadığım için 11de uyuyor ve 9da uyanıyorum. sabah erken kalkıp kahvaltı yapıyor, comedymax, moviemax tembelliği yapıyorum. her gün 1 yeni bilgi için facebookta herhangi bir sayfayı beğenmedim ama bugün yeni bir şey öğrendim. Bayern := Bavyera. Saat daha 11 in the morning. bugün çok daha fazla şey öğrenebilirim. daha yeni başladık. walter rudin, principles of mathematical analysis. bekle beni, soyun gir yatağa geliyorum.

benimle gel dedi. gelemezdim. eyalet dışına çıkmamam gerekiyordu. ama o bunu bilmiyordu. bunları böyle alt alta yazsam, şiir olur mu abi? tarık günersel kaçtı içime. pozitif. negatif.

29 Ekim 2010 Cuma

Ölürüm Sana


keşke triphopla tanışma yazıma şöyle başlayabilseydim.

ve işte o an kızla aramızda şöyle bir diyalog geçti:

-ne tarz müzik dinlersin.
-three-pop.
-çok etkileyici.

yani ben gerçekten bunun 3 kişilik bir pop grubu olduğunu zannediyordum. ya uf çok şapşalım ya :( ehuehu.

ama böyle olmadı.

şöyle oldu. yıl 1997. albüm ölürüm sana. albümdeki 5. şarkı. gecemin ürkek kanatlarında.

farkettiyseniz link eklemeyi öğrendim.

28 Ekim 2010 Perşembe

gençlik başımda duman

Wuzzup Dawg?


aynanın karşısına geçtim. kapşonu kapadım. ve başımı öne eğdim. kafamı yavaş yavaş yukarı kaldırdım. kendimi aynada görebilene dek. çok yavaş sallanmaya başladım. müzik girdi. hala sallanıp aynaya bakıyordum. biraz daha hızlı sallanmaya başladım. ve dedim ki:

"look, if you had one shot, one oppurtunity to cease everything you ever wanted, one moment, would you capture it or just let it slip?. yo."

bana emineme benzediğimi söyleyenler oldu. düzeltiyorum. bana emineme benzediğimi söyleyen 1 kişi oldu. haklı olabilir. çünkü 6. sınıfın bana kattığı birçok şeyden biri de eminem olmuştur. dalaman'da yaşıyorduk o zamanlar. okula falan bisikletle gidiliyor. kafaya bak. okuldan sonra arkadaşlarla kırlara bisiklet sürmeye gidiyorduk. yazış da. okaliptüs ağaçları falan vardı. o yaz istanbula geldik. crazy town'dan butterfly şarkısıyla tanıştım bir berber koltuğunda. babam beni beşiktaş çilekli tesislerindeki galatasaray futbol okulu antremanlarına götürüyordu. tabii biz kendi aramızda galatasarayın alt yapısında oynadığımı düşünmüştük o sıralar. saçımı kesti babam bir gece. yanlar yok. üstler 3 numara. ama arada çizikler falan var. inanılmazdı. imaj kaygım o zamanlar da varmış bak. sabah antremandan önce gidip saçımı kestirttim

dalamana döndüm. bir kız vardı, benimle boyuttu. aynı boyda yani. bir gün sokakta yürürkene hayatım boyunca unutmak istemeyeceğim şu diyalog geçti aramızda:

-ne tarz müzik dinlersin?
-he-pop
-hmm. iyiymiş.

ve sessizlik. çok etkilenmişti.

ben de o zaman bu müziğin sadece erkekler tarafından icra edilen bir tür pop müzik olduğunu düşünmüştüm. eminemi duydum sonra. internetten müzik indirmek gibi bir şeyi 17 yaşına kadar keşfetmek istemediğimden istanbuldan crazy town kaseti ve eminem cd'si göndertmiştim kendime. dönem j.lo'nun dönemi o zaman. düşün. popoyu düşün. popoya odaklan. bırak okumayı.

popo konusunda bir paragraf açmak istiyorum. nez sen nasıl bir insansın? devire devire klibi benim yaş grubumdan birçok kişinin psikolojisini bozmuştur eminim. bir de o zaman bir telefon hattı vardı arayıp nez'in ses bandıyla konuşabiliyordun. ben hiç aramadım. gerçekten. ama popoyu severim.

biz ne modern bir aileyiz inanamıyorum. annem okuyor olm yazdıklarımı. selam anne. gerçekten aramadım ya.

neyse işte ben bir ara eminemdim. bunu birçok kişiye zaten anlattım ama çok prim yapan bir hikaye, bir daha anlatıyım, artık büyüyen bir platformuz.
eminem'in 8 mile filmi geliyordu. o zamanlar avaz avaz falan yok tabi. blue jean okuyoruz. sıkı bir takipçisi olduğum için her ay çıkar çıkmaz alır, odama yapmış olduğum grafitinin kenarlarını posterlerle donatırdım. o sayıda eminemin filminin ön gösterimi için 50 kişiye mi ne davetiye verileceği yazıyordu. ben daha havalı olduğu için filmin galası demeyi tercih ediyorum. ya da prömiyeri. eminem'le ilgili sorulan soruya doğru cevabı veren ilk 50 kişi. tabii sorunun cevabını biliyordum. ve internete bağlantı sesi hiç o kadar uzun gelmemişti. ben onu unutmuşum. bir gün telefon çaldı. kazanmışım. ama nasıl gidicem? annemi ikna ettim. beni bostancıya bıraktılar. taksim dolmuşuna bindim. köprüye girerken, köprüden çıkarken arayacağıma dair söz verdim. bak burada da kanıtı var abi aramadım, nezi aramış olsam nasıl kontörüm olsun? beni oradan dayımlar aldı ve ben ilk defa bir taksim akşamı gördüm. film inanılmazdı. çıkışta ıslak hamburger yedik.

hiphop miphop derken triphop'ı da unutmayalım. bir başka yazımda da trip-hopla tanışmamı anlatıcam. esenkalın.

bonus: 8mile final battles

bunlar da lyricler. ilk ikisinde eminem rakibinden sonra sahne alıyor, lafı koyuyor. sonuncusunda lafı önden koyuyor. Papa Doc cevab veremiyor.

vs.Lyckity Splyt

vs. Lotto

vs. Papa Doc

karışık olsun!


‘En yakınında ki dayak yemişse sen de yemişsindir’ dedi. Alt tarafı lastiklere hava basıyorduk şovu kimeydi, sibop kapağını usulca kapattıktan sonra arkasını döndü, en afili lafını bu an için hazırlamış gibiydi, yüzüme anlamsızca baktı, ve ilk defa diyormuşçasına hırsla başladı kelamına; görüyorsan ve uyarmıyorsan sende hayvansın yavrum dedi ve diğer lastiğin sibop kapağını açmaya başladı. kafam fena karışmıştı.arabaya bindik- belli ki doluydu bir şeylere-kontağı nazikçe çevirdi az önceki hiddetine göre. arabası pek de naziklikten anlayamayan cinstendi.-97 beyaz corolla-ön kaputta güneş yanıkları vardı, yan kapılarda ise tecrübesiz kaportacı izleri.belli ki ufak tefek kazalar geçirmişti.30 hava basıcan böyle yolda dedi, kafamla onayladım.Bu gereksiz bilgiyi de aradan çıkarttıktan sonra çözülmeye başladı.sustum.’en yakınımdakilerle rahat rahat konuşamıyorum acaba hala onlar benim yakınımda mıdır?’ dedi. bu bir soru değildi.herkesin bir derdi var abi dedim.Bu saçma cevabıma sende haklısın diyerek cevap verdi.karanlık çökmek üzereydi,orman yolunda ilerliyorduk ve kafamız çok karışıktı.

27 Ekim 2010 Çarşamba

bir dostumun tozlu sandığından

99-00 sezonunda takdir edilen genç yetenek, bilemezdi ağır yenilgilere uğrayacağını.

25 Ekim 2010 Pazartesi

RÜYA


2o ekim sabahı bir rüya gördüm. hepinize anlatmak isterim. rüyanın beyinde ki gelişim sürecini yakından bilen dostlarımın çok hoşuna gideceğini düşünüyorum. beğenmeyenler kusura kalmasın.

O pek yakışıklı mesut kardeşimle birlikte bir caddede yürüyoruz. cadde brükseli anımsatsa da binalarda bir ispanya havası var. ama gelin görün ki türkiyede bir yer burası. mesutumla yürürken ileride bir ses işitiyoruz. bir kalabalık var. şarkı söylüyorlar. kalabalığa doğru yürüyoruz. kimisi yerde oturuyor, kimisi ayakta. yüzlerinde ve duruşlarında bir hüzün var. ellerinde yazılı siyah pankartlar, hrant dinke çok benzeyen ama hrant dink olmayan bir adamın posterlerini taşıyorlar. bunlar ermeni kardeşlerimiz. hatta aralarında patrikler bile var. taksim meydanındaki eylemleri anımsatan tarzda bir profil getirin gözünüzün önüne. (şimdi buraya çok dikkat edelim, zihninizde doğru canlandırmanız çok önemli) bu hüzünlü kardeşlerimiz hristiyan ayinlerindeki müzikle şu şarkıyı söylüyorlar: 'mavilim mavişelim, tenhada buluşalım mavilim'. vay anassını yaaaaaa diyorum içimden. mesuta bakıyorum ama oda anlamıyor olayı. yanımızdan iki tane genç kız geçiyor, biri dönüp şöyle diyor: 'türk şarkısı bu, bunlar niye tribe giriyo?' rüyanın devamında biz mesutçuğumla gezimize devam ediyoruz.

aklıma bir rüya daha geldi. orta okuldaydım bu rüyayı gördüğümde. ajda pekkan bir yerden kaçıyordu. odamın camına sıkıştı. hareket edemiyordu. tecavüz ettim.

24 Ekim 2010 Pazar

başlıYORUM




selam moruk. bugün bir fotoğraf gördüm ve bi 20 dakikadır fotoğrafı yorumluyorum kendimce. yukarıdaki fotoğraf facebook'tan fatih tuncer photography'den alınmıştır. spring2010'a ait bir fotoğraf. özellikle kot ceket ve kot pantolon ayrıntısı ve sağdaki ikilinin duruşları hakkında baya düşündüm. şimdi burada açıklamak istemiyorum. ama inanılmaz fotoğraf. gerçekten.

dün sabah 8de uyandım. 2ye kadar bekledik. 2.30a kadar bekledik. geldiler. direk konuya girdiler. ben kahve içmem. nesfake zaten sevmem de türk kahvesi hakkında da iyi düşünmüyorum. sordular. verdim. ne diyeceğimi bilemedim. espriyle yedirdim. fotoğraflar çekildi. çok fotoğraf çekildi. ama adettendir dedim.

yüzükler takılsın. makasla kesilsin. anne eli öpülsün. emdi yürek yırtılur.

şampanyalar içildi. sarmalara geçildi. en yağlısı seçildi. mutsuzluktan kurtulur.

değişik bir deneyim yaşadım. bi 20 sene daha yaşamayacağım kesin. hatta ne 20si lan 30. o zaman gençliğimde böyle bir şey yaşadığımı hatırlamak ağlatır beni. ne de olsa duygusalım. bir de çok iyi hikaye yani. prim yapar. kız verdim lan. gençler aralarında anlaşmışlar, bizim için kızımızın mutluluğu ön planda dedim. daha ne diyim? ömür boyu mutluluk dilerim.

erasmıs hakkında da fikrim her an değişebileceği gibi, erasmus'u siktir edip, kanada'ya queen's university'e exchange ile gitme düşüncesi de beynime oturdu. bunu düşünelim arkadaşlar.

tabii ki ne kadar başka konular hakkında yazmaya özen göstersem de bugün derbi var. tabi herkesin bi derdi var ama youtube'dan tezahüratlarla maça hazırlanıyoruz dünden beri. bi de galatasarayda ferdi vardı. şimdi karabükte oynuyor. bence kazanıcaz.

and it's friday i'm in love. cuma günü ssukb ve justobacco bloglarından bir takım arkadaşlarla kuzey kantinde otururken, ve tam ne kadar da paslandığımı düşünürken, kalktım ve konuştum. orada bulunan yazarlara teşekkür ediyorum. siz olmasaydınız ben ezilmeye devam edecektim. ama keşke parmaksız eldivenlerim olmasaydı.
special thanks to: eb. bff.

21 Ekim 2010 Perşembe

Münir'in Avustralyalı İkizi


İki resmi birleştime işleminde sıçtım. Paint yok benim pahalı mac imde. Screenshot çektim. Aradaki 7 farkı bulana benden bir kutu toblerone. Emrah bilir sözümde dururum. Bir kutu damak.

Scratcher


Evet beyler başlık ilginç. Resim ilginç. Edindiğim tecrübe bir o kadar ilginç. Nedir bu "scratcher" ? Hacılar bu bir test şeklidir. Geçen gün olduk. Çok farklı bir kafa. Fena yani.
Sınav biyokimya dersinin sınavıydı. Hoca yanınızda sadece bozuk para getirin dedi. Kalem yerine bozuk para getirin dedi. Dedim hoca ne diyorsun sen? Sen sus Türk burası Amerika burada senin konuşmaya hakkın yok dedi "Tamam la" dedim Ankara ağzıyla. Angara bebesiyiz bir yerde. Seni dinliyorum la dedim. Başladı hoca anlatmaya. Gençler sizin üzerinizde yeni bir şey deneyeceğiz dedi. Salı günü sınav var dedi. Sınavda size kazı kazan tarzı bir şey dağıtacağım dedi. Tamam dedim sürekli dedi demene gerek yok dedim. Neyse hikayeyi benim ağzımdan dinleyin. Hacılar hoca sınavı dağıtıyor. Yanına yukarıda gördüğünüz gibi bir kağıt veriyor. Doğru olduğunu düşündüğün cevabı kazıyorsun. Eğer yıldız görürsen kazıdığın yerde. Dünya senin oluyor o anda. Çünkü yıldız soruyu ilk seferde doğru yanıtladığını söylüyor sana. Yok ilk seferde bulamadın o zaman etrafa Türkçe küfür ediyorsun. İngilizce etsende farketmez burası çok liberal bir ortam. İkinci defa deniyorsun ikincide buldun o zaman 3 puanı kapıyorsun. Hiç yoktan iyidir dimi la? Üçüncüde bulursan 2 puanı kapıyorsun. 4. bildin 1 puan alıyorsun. 5. de bilirsen babayı veriyorlar sana. Bu arada İlk seferde bilirsen 5 puan alıyorsun. Sınav 44 soruydu. 34 ünde çocuğu tek seferde koydum. 7 soruda önce Türkçe küfrettim sona başardım. Bir tanede de babayı aldım. Çok kötü bir deneyimdi. A, B, C ve D yi kazıdım boş çıktı. O andan sonra E yi kazımadım bile. Neyse güzel bir skor aldım diyebilirim. Nerden diyebilirim sınavı bitirdiğin anda zaten skorunu biliyorsun. Mutluyum huzurluyum iç dengemi buldum.
Başka hikayelerle devam edeceğim yazmaya...

20 Ekim 2010 Çarşamba

Â

Güne hazırsın, asla durmak yok, hızını kesme sakın, gücün dorukta. En tatlı sabahlar çokokremle başlar. Çokokrem.

Faturayı ödemeyi unuttuğum için digiturkumuz kesildi. Maçı izleyemeyecek olmamız kötü tabii. Yarın logic midterm'ü ile sezonu açıyorum. Hayırlı olsun.

Dün gece yatmadan önce, biri peynirli, biri nutellalı olmak üzere iki tane sandviç hazırladım. Biri kahvaltım, biri öğle yemeğim oldu. Şimdi de evdeyim. i.e. Bugün yemeğe para vermedim.

Bu dönem tüm dostlarım gibi TK dersi alıyorum. Ama sınıfımız çok renkli, 2 hafta önceki derste bir kız diğerine boğazını keserim işareti yaptı. Hareket çekilen kız bunu görmedi, zira yapan kız arkadaşlarına yapmıştı. Ama sınıf ikiye ayrıldı çok net bi şekilde. Ve mühendis tayfa diğer tayfayı pek sevmiyor. Ve herkes inanılmaz yorumlar yapıyor okuduğumuz hikayeler hakkında. Benim ise 4 haftada sorduğum tek soru "şu a'nın üzerine nasıl şapka koyuyoruz?" oldu. â. bak oldu. Sorduktan sonra farkettim ki zaten ben geçen gün öğrenmiştim bunu. Demek ki iyi öğrenememişim.

Pazar günü bir kız isteme olayına şahit olacağım. Ne kadar enteresan.

pay attention cemaat-i müslimin


özür yazısı.
beyler aylardır bir konu üzerinde çalıştığımı ve bunu bir makalemsiyle sizlere aktaracağımı söylemiştim.özür dileyerek söylüyorum ki bu yazıyı yazmayacağım.konuya artık etraflıca hakimim diyebilirim fakat bunları anlatmak istemiyorum.kim ne görüyorsa öyle kalsın diyorum ve kimsenin de şerit değiştirmesine ön ayak olmak istemiyorum.saygıyla karşılayacağınıza inanıyorum.
kör, bu ay geciktim acaba hamile olabilir miyim?

19 Ekim 2010 Salı

salı sallanır

"cif almayı unutmuşsn ablacım."

"..... cif, eldiven." biz onu çift eldiven görmüşüz. olsun. ablacım gelmiş, ve evi yine kokutmuş. alkışlıyoruz.

okullar açılalı 4 hafta olmasına rağmen hala hastalanmamış olmam neyin habercisi bilemiyorum. havalar da ne acaip değil mi ama? kesin hasta olurum diyordum. ulan valla helal olsun. bi de tişörtle falan geziyorum olm. motorsiklet üzerinde bile rüzgar yemiyorum. ama bu bütün gün çantamda kazakla gezmem biraz sıkıntılı.

ince bi ayak kokusu vardır hani. ama çok ince. ama çok rahatsız eder. işte beni öyle rahatsız ediyosunuz hocam. sizden aldığım dersi sevmiyorum.

kuru üzümü seviyorum. yeni tribim evden çıkarken cebe ya da çantaya üzüm atmak ve gün boyu üzüm takılmak. ayrıca akşamdan ekmek hazırlayıp, kahvaltıyı ucuza getirmeyi de planlıyorum. bi kere yaptık. gerisi gelsin.

felsefe bölümünü sevdiğimi söylemiş miydim? bu perşembe kendisine de söyliycem.

galatasarayın hali beni gerçekten çok üzüyor. geçen sene fener maçında ben tribünde bi yerlerimi parçalarken, 10. dakikada susan, maç sonrası da kendisini takım da ruh yok ki diye savunan insanlar şimdi forumlarda rijkaard gitsin daum gelsin diyorlar. daum gelsin diyorlar. daum gelsin diyorlar. evet daum gelsin diyorlar.

sizlere facebooktaki İ.B.B Ultras taraftar grubunun duvarından bir takım çılgınlıklarla veda ediyorum:


Ne hakim, Ne savcı
Adam gibi adam Abdullah Avcı
Biraz uzun, biraz kalın
Ne güzel güldün İskender Alın
Cebimde akbil, altımda kotum.
Siyah bir incidir mabedde Herve Tum
Hiç oturmaya gelme, hemen yat
Çünkü Burası Olimpiyat
LALALALA

"İ"nanın "B"iz de "B"ilmiyoruz, NEDEN SEVİYORUZ?

18 Ekim 2010 Pazartesi

MyWeekEnd




Nasıl anlasınlar seni beni
Acıkmadan yiyenler
Uyumadan önce ayaküstü
Bloga yazı girenler.

Bu haftasonu çılgın bir haftasonuydu. Kartal'a gitmedim. Özet geçiyorum.

Cuma evde şarap içip, Moral Bozukluğu ve 31 adlı filmi seyrettim. Yanaklar kızardı, vücut ısısı arttı ve Taksim'e çıktım. MG, BD, ET ve OB ile birlikte bohem merdivenlerde takıldık. Daha öncesinde ise Asmalı'da iğne deneyi yaptık. Attığımız iğne yere düşmedi. Eve döndük.

Cumartesi Yunus Günçe'nin incredible stand-up gösterisindeydik. Öncesinde Matematik Köyünden birkaç arkadaşla ayaküstü bir duble rakı içiverdim Asmalı Cavit adlı mekanda. Gösterinin ardından ise Ortaköy'den Beşiktaş'a yürüyüp geceyi Hisarüstü'nde tamamladık.

Bu sabah ise kalktığımızda hava çok güzeldi. Ev arkadaşımla aynı hisleri paylaşıyor gibiydim. Keşke hava güzel olmasaydı da kapalı bir pazar gününü evde çürüyerek geçirebilseydik. Ama Kadıköy'e gittik. İyi oldu. Scrabble oynayarak ev içindeki takım ruhunu güçlendirdik.

Fotoğrafta ise günün özeti var: Hava sıcak. Ve Scrabble oynadık.

16 Ekim 2010 Cumartesi

Özgür Newton


yazıyı bir amaç değil, araç gibi görüyorum. dia'ya 61 lira bayıldık. param yetişmedi. birazdan taksime çıkıcam bok var gibi. ama işin tuhaf yanı, istiyorum be abiler. bu yazıyı da zaman geçirmek için bir araç olarak kullanacağım şimdi. zira ders çalışamadım. biraz canım sıkkın.

bu hal böyle devam ederse, büyük bir mutsuzluk çökebilir, haberimiz olsun. egom tavanda. hedefi biraz aşağı mı çekmek gerek acaba? best mathematics degrees in UK diye bir listeye baktım ve kendimi Cambridge'de hayal ettim. şaka yapmıyorum yani. egom hakikaten tavanda. sonra 4. sıradaki Imperial College London'da takıldım biraz. ve ardından The University of Edinburgh. geçen hafta ise McGill University, Toronto University, British Columbia University falan filandım. Kanada. ah Kanada.

havalar ısındı, yaz geldi, yaz bitti, havalar soğuyor. experience point'ler artıyor giderek. upgradeli hale geliyorum. ama bugün kahvaltıda birden uçup gitmem ve şu saate kadar yeryüzüne dönememem çok kötü oldu.

çok geç kaldım, koşmam lazım diye diye liseden beri koşmaya çalışıyorum ama bu tembellikle ben nereye gidebilirim bilmiyorum. ego hala tavanda. indirmeye çalışıyoruz şimdi elimizde vileda. geçen gün fırat da denedi. yok olmuyor. master of science. doctor of philosophy. akademik yeteneklerimi objektif değerlendiremiyorum. kendimi çok yukarılarda görüyorum. abi bi kere master için burs almak kolay bişey mi? sen manyak mısın? ders çalışıyor musun? yoook.

güzel geçti zaman. birazdan çıkacağım. massive attack'ten angel bir aralar en sevdiğim şarkıydı, artık değil.

cidden artık kendimi newton'la eşdeğer görmekten vazgeçmeliyim. hayatı prim için yaşamaktan da.

diaya gidiyoruz bişey istiyor musunuz

günaydın arkadaşlar. sağol. türküm. doğruyum. güne groovesharktan bir tarkan playlisti ile başladım. gül döktüm yolları ve ardından delikanlı çağlarım. ancak gecenin ürkek kanatları adlı şarkıyı bulamıyorum hiçbir yerde. kahvaltı ve geç kahvaltı saatleri geçti, brunch saatini de kaçırmak üzereyiz. biraz geç uyandık. dedim ki gidelim diaya alışverişimizi yapalım.

bu sene açılışı kombi değil, iki senedir takım içinde hiçbir sıkıntı yaratmayan sifon yaptı. bir süredir bozuk olan sifon, bunu kombiyi kıskandığı için yaptığını itiraf etti sonunda. neyse ki bu sabah hallettik.

ablacım. alın ablacım. diaya gittiğimizde ablanın istediği temizlik malzemelerini almamız lazım. bu hafta beni en çok rahatlatan şeylerden biri geçen hafta istediği bu malzemeleri almadığımız için evde herhangi bir not bırakmayışı oldu.

ben abla'yla ilgili bişeyler yazmıştım daha önce ama galiba taslaklarda kalmış, bulamıyorum. şaka maka bir tübitak bursu kadar yardımımız oluyor ablaya. blog olarak bir ev geçindiriyoruz. bizi takip edin. istihdam sağlamaya devam edelim. yalnız beşiktaştaki evde bizim evdeki posterleri yermesi, özellikle kızılderili posterimiz için biraz sert konuşması beni üzdü açıkçası.

biz diaya gidiyoruz, istediğiniz bişey var mı? elma suyu ve gofret. onları zaten alıcaz.

14 Ekim 2010 Perşembe

sevgi

merhaba justobacco. bir ssukb girişi ile giriyorum. girdim. bir haftadır yağmur konusunda acaip şanslıyım. motorsiklet üzerinde olduğum zamanlar azalan yağmur, motorsikleti parketmemle birlikte yeniden azıyor ve garip bir mutluluk hissediyorum.

perşembe günleri sabah 4 saat dersim var mühendislik binasında. birkaç gözlemde bulundum. ve bir sonuç çıkarttım. mühendisler çok ezik. ben bir mühendisim ve ezik değilim diyorsanız lütfen kişisel sayfamda bulunan başvuru formunu doldurun öyle gelin yanıma. mühendisin çok olduğu yerde durulmaz.

matematik bölümünün de çok cool olduğunu söyleyemeyeceğim. hiçbir zaman bir sözel bölüm kadar çılgın olamaz, ama yine de mühendisler kadar da değil b'aabi. ben cool'um. özellikle geçen hafta giydiğim deri ceket ve taktığım deri çanta ve parmaksız eldivenlerimle inanılmazdım.

felsefe bölümüne ise ayrı bir şarkı yazdım. bölümler içinden bir seni seçtim, kalbimi sana ben sana verdim. evet, felsefe rulez. bir kere filo sofi. en az bir kere felsefe dersi almış herkesin bir gün bir yerde kullanmak üzere depoladığı bir bilgi bu: love of wisdom. ben antik yunanca alıyorum da eheh. aslında friend of wisdom falan gibi de bir anlamı var. ama işte antik yunanca bu, şişede durduğu gibi durmuyor. sonuçta işin içinde sevgi olan bir bölüm elbette güzel olacak, öyle değil mi.

phil131 alıyorum bu dönem. logic. thomas cook diye bir adam veriyor. inanılmaz. adam jay leno'nun biraz daha eli yüzü düzgün hali. thomas cook'u mahlas olarak kullandığından şüphe ediyorum. onun dilinden onu anlatmak gerekirse. he is abso'damn'lutely funny. çok yağdı be. üşütmeyin.

13 Ekim 2010 Çarşamba

aldo the apache



Çeşitli atraksiyonlara girdiğimden dolayı hem kendi bloğumu hem de burayı ihmal etmiş bulundum. Öncelikle hepinizin affına sığınıyorum.

Derste canım sıkıldı bunu bloğa yazarım deyip bir şeyler karalamıştım. Bu süre zarfında başımdan başka olaylar da geçti. Yavaş yavaş sindire sindire anlatacağım hepsini. San Francisco maceramı ayrı bir hikayede toplayacağım.

Gece geç saate kadar çalışmıştım. Saat neredeyse dörde varmak üzereydi. Hava almak için balkona çıktım. Karşı apartmanın balkonunda İngiliz ve İtalyan kardeşlerim Anadolu’yu nasıl böleceklerini tartışıyorlardı. Gel sende bize katıl dediler. Bugünlerde mottom olan “Amaç Sosyalleşmekkalıbını hatırlayıp ecnebi arkadaşlarıma katıldım. Tam onların kata çıkmıştım ki iki ecnebi kardeşim yataklarına dönüyorlardı. Neyse dedim içerde İngiliz dilberle Amerikan barzo var onlar bana yeter. Azla yetinmeyi severim a dostlar. Amaç insan olsun konuşalım. Eve girdim ve yanımda getirdiğim kahvemi hazırlamaya başladım. Bir yandan da ecnebilere takılıyorum bana yardım edin olm diye. Ama ne göreyim, ikiside yorulmuş yatmak için hazırlanıyor. Neyse bende odama dönerim dedim. Fark ettim ki anahtarımı evin mutfağında unutmuşum. O anda ağzımdan İngilizceye has filmlerden bildiğimiz bir kaç çirkin kelime çıktı. Kısaca tufaya düşmüştüm. Gavurlar beni takılacağız diye kandırıp ortada bırakmıştı. İngiliz dilber yastıkla tulum getirdi. Eyvallah bacımsın dedim ama yakışık almaz dört kızın evinde yatmak (yazışa gel). İşin aslı çalışmam gerekiyordu ve orada çalışamazdım. Hemen ev arkadaşlarımı aramaya giriştim. Fakat hiçbirinin telefonu bende yoktu. Belki barzoları uyandırırım diye kapıya gittim. Kapıyı hafif tekmeledim yumrukladım. Çıt yok. Neyse dedim gidip çamaşır odasında çalışayım. Çamaşır odasında NTVMSNBC foto galeri eşliğinde güzel güzel çalıştım dersime. Saat yediye geliyordu bu arada. Eve girmem gerekiyordu. Sekizde dersim vardı. Neyse kapıyı yumrukladım tekmeledim en sonunda Salvadorlu kardeşim açtı kapıyı. “Hey Man I’m really sorry” dedim. Eleman güldü ve problem olmadığını söyledi. Böyle akıllı olmasını söyleyip alet edevatı toplayıp kahvaltıya gittim. Kahvaltıda hayvanlar gibi yedim. Uykusuz gecenin ardından midem nasıl kazınmış. Omlet, french toast, turkey sausage ve yağlı patatesleri boğdum. Portakal suyu makinasını açmamışlardı 3 bardak portakal suyundan mahrum kaldım. Kahvaltıdan sonra vınn derse geldim. Quizde sıçtım. Şimdi sıvama kısmını yapıyorum.

Yazı burada bitmiyor. O gün Türkiye Almanya maçı olduğu için altına alıntı yapmıştım “We will be cruel to the Germans” diye. Ama içimizde patladı.

Öğrenciydi.

Bir kıza aşıktı

Ve aynı zamanda başka bir senaryo üzerinde çalışıyordu.



ah muhsin ünlü

himhi!


Google'a özgüven yazın.

8 Ekim 2010 Cuma



üstünde çubuklu formalar vardı..

Al sana, al sana karakan.




zebralar okulunun mezuniyet fotoğrafı geçti elimize. iyi ki zebra değiliz dedim. bir zebrayı diğerlerinden nasıl ayırırsın?

biraz matematik anlatayım mı size bugün? hilbert oteli mesela? bir sayma hikayesi.

hilbert'in bir oteli var. otelinin sonsuz odası var. sonsuz ama sayılabilir sonsuz. yani her odaya bir numara verebiliyorsun. oteldeki her odanın bir numarası var. bu yazıda sonsuz dediğim zaman sayılabilir sonsuzdan bahsedeceğim. yani bahsettiğim şeylere birer numara atıyabiliyorum.

otele bir otobüs yolcu geliyor. bunları nasıl yerleştirirsin? abi işte sırayla yerleştirirsin. hepsini sıraya sokarsın. birinci müşteriyi birinci odaya ikinci müşteriyi ikinci odaya falan. gayet basit. bu müşteriler bir gece kalıp gitsinler.

ertesi gün bir otobüs daha gelsin. ama bu otobüste sonsuz müşteri olsun. bunları da odalara sırayla yerleştirirsin. bu da basit. ama o gece başka bir adam daha geldi otele, bir yolcu, bir seyyah. dedi ki bana da oda ver. ne yaparsın? sonsuz oda var, sonsuz müşteri var otelde. her oda dolu şu an. bu arkadaşı nereye yerleştiricez? diyecez ki, bir numaralı abi sen ikiye geç, ikideki üçe geçsin, üçteki dörde, yani herkes bir oda kaysın. her müşteriden sonra başka bir müşteri ve her odadan sonra başka bir oda olduğu için, bu şekilde herkesi kaydırabilirim. boş kalan ilk odayı da gezginimize veririm. ikna olduk mu?

otel boşalmasın. otele bir otobüs daha gelsin. bu otobüste de sonsuz yolcu olsun. bunları nasıl yerleştiricez? demin yaptığımız olay işe yaramayacak burada belli ki, herkesin sonsuz oda kayması gibi bir şey söz konusu olamaz. di mi? ama düşünsene sonsuz adam geldi, deli gibi para kıracaksın. alman lazım. so? bu sefer bir numaralı abiyi ikiye alırım. iki numaralı abiyi dörde. üç numaralı abiyi 6ya. yani herkesi kendi oda numarasının iki katına gönderirim. bunu yapabileceğim de garanti. çünkü sonsuz çift sayı var. her çift sayıya bir numara verebilirim. mesela her çift sayıya o sayının yarısı olan sayıyı veririm numara olarak. o zaman tek sayılar kaldı. onlardan da sonsuz tane var. sırayla, gelen yolcuları tek numaralı odalara yerleştiririm. bunu da hellettik.

yine sonsuz müşterili bir otobüs gelse yine aynısını yaparım. 2 tane gelse bu sefer, otelde daha önce bulunanları 3ün katlarına (3k)(0,3,6....), ilk otobüstekileri 3 ile bölününce 1 kalanlara (3k+1)(1,4,7....), ikinci otobüstekileri de 2 kalanlara (3k+2)(2,5,8......) yerleştiririz. sonlu sayıda, diyelim n tane otobüs geldi, yine aynı şey. otobüs sırasına göre nk, nk+1, nk+2, nk+3, ... nk+ n -1 numaralı odaları veririm arkadaşlara.

diyelim ki sonsuz tane otobüs geldi sonsuz yolcusu olan. bu sefer demin yaptığımız şey de işe yaramayacak. nedeni belli. olmayacak. şimdi napıcaz? şimdi birinci otobüsteki yolcuları 2nin kuvvetlerine (2,4,8,16,32....), ikincidekileri üçün kuvvetlerine (3,9,27,81....), üçüncüdekileri 5in kuvvetlerine (5,25,125,625......), yani n'inci otobüstekileri n'inci asal sayının kuvvetlerine gönderelim. sonsuz tane asal sayı olduğu için her otobüs için bunu yapabiliyorum. oldu di mi lan? evet olmuş.

ali nesin'in sayma kitabında daha güzel anlatmış, benim ağzımdan bu kadar oldu. blogumuzda da ilk defa böyle bir yazı oldu, bence güzel oldu. yorumlarınıza göre, arada bunu yapabilirim.

Ezikse ezik, kobiyse kobi


Saat 9.15 te alarm çaldı. 10da girmem gereken bir dersim vardı. Kendimce haklı bahaneler uydurup alarmı kapattım. 2 haftadır ilk defa yapıyordum bunu. Uyumaya devam ettim. Uyandım, saate baktım, 13.59. O an bir pişmanlık çöktü üstüme. Hem geç uyanmanın hem de yaptıklarımın pişmanlığı. Hiç bir mantıklı sebep bulamadım yaptıklarıma. Güzel giden hayatıma ufakta olsa bir sekte vurmuştum. Düzenimin bozulması yaptığım hareketten bağımsız olamazdı. Karşımda duran Bob Marleyle göz göze geldim. Naptın olum dedi, salak mısın? Sorma abi dedim. Biliyordum, Bob abiye karşı da mahcuptum. Beni öyle görsün diye orada değildi. Bir gece oldu öyle be abi, affet beni. Ben sana daha neler göstereceğim.

Camdan dışarı baktım, yağmur yağıyordu. Pencereyi açtım. Hava çok soğuktu, ne o beni istiyor ne de ben onu istiyordum. Salonu topladım, buzdolabına baktım. Sucuğu elime aldım, bozuk olabilirdi. Bıçakla kesip bakmam yeterliydi, üşendim. Odaya gittim, telefonu aldım, bir dostumu aradım. Sonra tekrar buzdolabına gittim. Sucuğa baktım, bir kısmı hala yenebilirdi. Bakkaldan yumurta aldım, sucuklu yumurta yaptım. İki dostuma mesaj attım. Birine bir tane daha attım. Aradı, geliyorum dedi. Sonra diğeri de aradı, okuldayım, arkamda o oturuyor dedi. Akşam maçı nerede izleyelim? Ah o liseliler.

Bir dostum mutfağa giderken gayriihtiyari olarak kendi kendine şöyle demişti 'Utanıyorum.' Neden dediğini hatırlamadığını söylüyor. Ömer Erdoğan sen çok büyük bir adamsın. Bloga da uzun zamandır kimse yazmıyor. Yapmayın beyler.

Yazıyı Ramazan hocamızın lise hazırlıkta yaptığı konuşmasından bir kesitle bitiriyorum 'Bunu yapan zaten hayvan yavrum. Görüyosan, sende bişey demiyosan, sende hayvansın yavrum.'

5 Ekim 2010 Salı

ara nağme


Bugün çocukluğumun son demleri geçti yanımdan bir kızla el ele.Kızın saçları kıvır kıvırdı.Bir Kadıköy sokağından bir başkasına...

4 Ekim 2010 Pazartesi

Finish him!


Geçen gün bağlarbaşında terasta otururken duygulandım. Nedenini anlatmak istiyorum ama kıçınızla gülmenizden korkuyorum. Camdan dışarı baktım, hava inanılmaz derecede berraktı. Gökyüzünün maviliği daha iyi bir tonda olamazdı. Düşündüm; şu an ufak bir fransız kız çocuğu babaannesiyle vakit geçiriyor. Ve duygulandım. Bu kadar. Altımda şort vardı, soda içiyordum, yer yatağında yatıyordum ve duyguluydum.

Dördüncü yada beşinci sınıfta olmalıydım, evden kaçmıştım. Babam evde değildi, çok sinirliydim. Kendimi yollara vurdum. Evin balkonundan gözüken bir yer olan çardağa oturdum. Bu kadar uzağa kaçabilmiştim. Biraz oturdum, hayatı sorguladım. Yoldan bir adam geçiyordu, tahminimce sarhoştu. Bana baktı, bende ona baktım. Gözlerimi kaçırmadım. Sonuçta sokaklara alışmalıydım, burası benim yeni evimdi. 'Ne bakıyon' dedi. Kitlendim. Bir daha sordu 'Ne bakyon birinemi benzettin?' 'Evet' dedim. Gitti. Hemen eve çıktım.

Orta okulun mezuniyet günüydü. O zamanlar kız konusunda götüm biraz kalkıktı. Liseye geçince de aynı havayla devam ederim diyordum ama umduğum gibi olmadı. Beklediğimden daha fazla çirkinleştim. Neyse, gelgelelim sevdiğim kız başka bir erkekle geceye katılıyordu. Sevgilisi değildi biliyorum çünkü başka bir sevgilisi vardı. Ben yalnızdım. Birini bulmalıydım. Damla geldi, bana eşlik edermisin dedi. Hayır dedim. Çok uzun zamandır benden hoşlandığını biliyordum. Umurumda bile değildi. Az vaktim vardı. Hemen gözüme bir kız kestirdim, yanına gittim. Tamam dedi. Geceye birlikte katıldık. O zamanlar en yakın arkadaşım Mete şaşkınlıkla yanıma geldi. 'Oha' dedi, 'bence şu an buradaki en güzel kız'. Çok havalıydım. Damla eğer olurda bu yazıyı okursan senden çok özür dilerim. O kadar umursamaz ve salaktım ki kendimden nefret ediyorum. Dilimi eşek arısı sokaydıda sana hayır demeyeydim.

Duştaydım, şarkı söylüyordum; 'Bir gece ansızın gelebilirim'. Şarkı kesinlikle olduğu gibi değil, benim yorumladığım gibi olmalıydı. Keşke o gece şarkıyı tekrar dinlemeseydik. Hep benim söylediğim gibi kalsaydı.














2 Ekim 2010 Cumartesi

neredesin ay yüzlüm


pinokyoydu adı
yalanı yoktu öyle
katlanırdı ortadan ikiye
imrenirdi yeni yetmeler
başkada numarası yoktu beyler

bilirdi sokakları
belki yüzlerce kez geçmişti
tanırdı dostu,düşmanı
bayır yukarı biraz zordu da
ortadan ikiye katlanırdı dedim ya

anamla yaşıttı pinokyo
görmüş,geçirmiş
olgun
freni arkaya çevirince
birde katlanırdı ki ikiye

dayanamadık özendik viteslilere
özendirdi itler,itlere
bir avluya bıraktık
istemeye istemeye
ağladım ağladım

gözyaşlarımın içinde kulaç atarım sandım
baksana ayı da söndürdü itler

biz bildiğimizden mi yazıyoruz beyler

1 Ekim 2010 Cuma

müzik-2


müzisyen oldum. okulu da kırdım.

şöyle ki, müzikte temel problematik, müziğin, icra edilen, bir şey olmasından kaynaklanıyor. elbette farklı unsurlar barındırıyor müzik icrası yok teknik yok müzik bilgisi deneyim falan. fakat ihtimal olarak her zaman eline ilk defa enstrüman almış kişinin ortaya çıkardığı şeyin seviyesinin alçaklığı kanıtlanamaz. şöyle ki, zor tabi. hadi onu geçtim. şuna inandım ki bu ara, çılgınlar gibi armoni bilen gamları yalayıp yutan birisinin yaptığı doğaçlamanın bilmeyen birisinin yaptığına üstünlüğü tartışılır. güzellik formülize edilemez yani. ya da ulaşılacak şeye farklı yollarla gidilebilir. özet olarak, öyle değilse müzisyen olamam, ve söylemiş miydim bu dönem dersler çok zor. kim bilir ileride. ya tk yla antropoloji çakışıyor bir tanesi yoklamaaldığı için şimdi.

imdat.

geçen miroslav vitous konserinde bir tane trompet çalan bir tane de saksofon çalan adam vardı. trompetçi ünlüydü, konserin isminde adı geçiyordu. saksofoncu gençti ve çılgındı. saksofoncu solo atarken bir arkadaşım bir şeyler anlatıyor gibi eğlenirken trompetçi amca çaldığında yoğunluğunla müdahil olamadığın eşit taraflar arasında geçmeyen bir sohbette gibi hissettim. vitous çaldığında ise sadece ruhumu havaya üfledim. ahah. hah. ahh.

ben çok değerliyim. hakettiğimi istiyorum.

ps: sahneyi hatırladınız mı? ibrahim yazıcıya selam olsun.

müzik-1


yeni serimin ilk yazısı. sagu kardeşimin götlük övgüsünden sonra kendimde bu iş için cesaret buldum diyebilirim. yazış lan blogger olduk daha ne işte götlükse götlük.

malum akbank ceez festivali başladı. üzerime afiyet sıkı bir takipçisiyimdir. liseye başladığımdan beri bir götlüktür almış başını gider. normalde dinlemediğim yani şarkılarını falan indirmediğim sanatçıları da dinlemenin ayrı bir kafası var. aydın esen misal. cumartesi gecesi babylon da idi. bir kaç sene önce aksanat ta çıkmıştı o zaman dinlemiştim. belki bir iki internetten bakmışımdır. o kadar. ayrıntılı bilgi rahat bulunur zatı aranırsa. adam büyük üstad. pek konsere çıkmıyor türkiyede amerikada ikamet ediyor.

neyse işte cumartesi akşamı çıktım yola. bir üşengeçlik. "beyoğlu" leş cumartesileri. herkes gelir. asmalımescit diye bir oluşum varmış türkiyede. bilet almaya gittiğimde ilk defa tanık olmuştum. bu coğrafyada böyle kafalar. inanılmaz gerçekten. zaten biz bu ülkeyi kürtler, türkler, çerkezler.. eeh işte her konsere gittiğimde hissettiğim aidiyetsizlik hissi gene geldi. severim iyidir yabancılık. küfürsüz değil tabi. konsere geçiyorum tamam.

2 saat sürdü. sonra ilhan erşahin çıkacak diye bis yapmadı. lar daha doğrusu. wolfgang muthspiel de vardı gitarcı. ilk defa duydum ve dinledim kendisini.
-------------------------------------------------
üstteki kısmı hafta önce yazmıştım devam edemedim okudum olmamış konsept oturmamış. kendini seven bir insan olduğum için varmışdır bir bildiğim deyip orada bırakıyorum.

her konser serisinden sonra girdiğim ulan müzisyen mi olsam adlı kafaya bu sene baya hoşgeldim. dersler de malum fena darlıyor. herkesçe malum bir de, kim gelse önüme ders yükümden dem vuruyorum. ben çok sıkıntılıyım bu arada. dersler falan bir yana. şu an kendimi etkilemeye bile üşeniyorum. şerefsizim yazdığım şeyleri bir daha okumuyorum. cemaleddin tacuma vardı bu gece. asmalıdaydık yine. ben burhan öçalı sevmiyorum gruuvsuz virtüözlere benziyor. ben müzisyen olacağım. oldum sayılır zaten. bu dönem o kadar sertim ki. bas gitara tel alayım bu haftasonu. okumaları yapayım dersleri halledeyim pazar sabah bebekte kahvaltı. belki bir yürüyüş sonrasında. kendimden çok etkileniyorum baya hareketlerimi şekillendiriyor.

şey diyecektim. aradığım insan özelliğini buldum. hani bir gece hayalimdeki insanı tasvir etmiştim. bir cümleye sığdırılmışı varmış. ununu sermiş eleğini asmış. böyle bir insana can kurban. bir düşünün abiler, ununu sermiş, eleğini asmış.

izin verirseniz biraz daha yazacağım. en büyük yük şu an sabah. göğsümden doğuyor sanki güneş. yara yara. yara. YATTARA. batuhan utanmasam gözlerinden kalbine akardım.

gülen gözlerle bakmıyor muyum size?

hatayı ben en başında mı yaptım?

nömöqitöpa.

hemen taze öğrendiğim bir deyişle yazımı bitireyim.

si me amas, amabo te, serva me. means: eğer beni seviyorsan, lütfen, kurtar beni

ps: fotograftaki kadın ununu sermemiş mi eleğini asmamış mı