26 Aralık 2011 Pazartesi

Justobacco yeni yılınızı kutlar: "Ormandan Kestim Çamı"

Personalize funny videos and birthday eCards at JibJab!

Lale Mansur

Geçen gün otobüse bindim, aktarma yapıyorum Akmerkez'den. Bir baktım Lale Mansur. 43R geldi, kalabalıktı, orta kapıdan bindim. Bir baktım Lale Mansur. Akbilimi uzatmadım, yanımdaki uzattı. Bir baktım Lale Mansur. Etiler'e geldik, inenlere yol verdim. Bir baktım Lale Mansur. Tam tekrar binecektim, son bir kişi daha indi. Bir baktım Lale Mansur. O da inince otobüs hareket etmeye başladı. Bir baktım Lale Mansur. Tekrar binemedim, durakta kaldım. Bir baktım Lale Mansur. Allahtan akbilimi uzatmamışım, yoksa içeride kalacaktı. Trafiği durdurur, olay çıkarırdım. Çünkü vizesini yenilemiştim.

Sagu'dan bu yılbaşı için de bir ekşın bekliyoruz.

18 Aralık 2011 Pazar

sikerler

Anlatacağım hikayede "ben" diye bahsettiklerim belki de "biz"iz. "Amınaski, aynı ben!" ya da " Lan, herkes aynı şeyi yaşıyo." dediğiniz anda tribe girmeyin bana karşı. Zaten kafam güzel.

Hayatımın temeline sevmeyi -sevgi kelimesine göre nispeten daha az klişeleşmiş olduğundan bu kelimeyi seçtim, yoksa daha fazla şey anlatmaz TDK'ya göre.- koyduğuma inandım ben hep.
Gündüzler bir şekilde geçiyordu da geceler yardımsız* geçmek bilmiyordu kendimi bildiğimden bu yana.(*burada keyif verici her türlü faaliyetten bahsediliyor.) Ha gündüzlerde de yardım almadığımı iddidia edersem yalancı ibne olurum.(seksist diye sardıranı sikeyim). (keyif verici faaliyetten kasıt, müzik gibi masumane kabul edilen faaliyetler de olabilir, müptezel diye yafta vuranı sikeyim.)
Ben sevdim, sevildim. Sevdim, sevilmedim.-ki bu yargılar ayrılık sonrası halet-i ruhiyemle alakalıdır- Ama ben geldim 22 yaşına -o da yaş mı diyeni sikeyim-. Şartlar elverdi gidicem dedim. Gitmek iyi gelecek diye inandırdım kendimi. Bu şekilde telkin ettim dertsiz olduğu tartışılır benliğimi. Gel, gör ki, amına koduğum telkin yöntemi hayatımı sikti. Aslına bakarsanız yöntemin temelinde bir sorun yok. Ama siktiğim kafa yapısı öyle bir fütursuzluğa sevkediyor ki insanı, o ana kadar çok isteyip , mantıksız bulduğun, zarar göreceğine inandığın eylemlerden korkmamaya başlıyorsun*.(*bu aynı zamanda, zaman verdiğin, şu anın uygun vakit olamdığın karar verdiğin eylemler için de geçerli.) Amine tabirle "yok artık" dediğin şeyleri yapıyorsun.
Şu ana kadar "iyi ne güzel, tabularını yıkmanı sağlamışsın işte." diyenlere bir çift sözüm var; "Siktirin gidin."
En yakınımdaki, en değer verdiğim insanlara karşı nasıl tavır takınacağıma karar veremez hale geldim, ki normalde bu tavrı sergilemek için düşünmeme gerek dahi yoktu.
Öyle bir durum ki yapacağın herhangi bir hareketten sorumlu tutulamayacağın kadar yakın zamanda olmasının yanında,  aynı zamanda sergilediğin davranışın, istediğin, belkide delicesine arzu ettiğin sonuçlarını göremeyecek kadar yakın zamanda uzaklaşmak zorunda kalacaksın herşeyden.
Hem kendim, hem merak edip son zamanlarda bana halimi soranlar için yazdım bunu. Bir sike yarar mı bilmem ama göt diye itham ettiğim bir uslupla -ki kendi uslubum olduğunu da inkar edemem- yazdığım şu yazıyı çok sevdiğim bir cümleyle sonlandırmak isterim:

"Hepinizin amına koyim."

Not: "Oralara gidip de amına koymayan ibne olsun."

17 Aralık 2011 Cumartesi

22 yaşında, üniversite öğrencisi, kendini geliştirmiş, presentabl bir erkeğim. 2011'in sonlarına yaklaştığımız şu cumartesi gecesinde evde yalnız bira içiyorum. HANİ ALLAH'A MAHSUSTU LAN!

"Lokman hekim gelse yaram azdırır..."


Ferhat Göçer - Wish You Were Here / Akustikhane from akustikhane on Vimeo.

2 Aralık 2011 Cuma

Zafer Türküsü

Akmıyor artık gözlerimden yaş
Kalbime de akıtmıyorum gözlerimden süzülenleri
Tam dokuz hafta gezdim ayyaş ayyaş
Anlıyorum bir mağlubiyete bu kadar üzülenleri

Artık onlar uyuyamasınlar geceleri
Bazı geceler kaçırıyordum keçileri

Kabuslarla bağırarak uyandığımda terler içinde
Sevdiceğim meraklanmasın diye
Yok bir şey, meyveyi fazla kaçırdık bu akşam herhalde
Ehi ehi diyordum

Bugün Kolat'ı gördüm güneye iniyordu. "Mutlu musun" diye sordum. Gülümsedi. Sadece ağzı değil, gözleri de gülümsedi.

Ağız gülümser mi?
Gülüm, ser mi?

Kazanmışız ulan dün gece, tabii gülümserim. diyor benim ağzım.
Kazanmak için ruhunu ortaya koyman lazım,
Bak ne diyor Nâzım:

Ben de gördüm o kahramanları,
ben de sardım o örgüyü,
ben de onlarla
güneşe giden
köprüden
geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
Ben de söyledim o türküyü!

Dün akşam sahada 6 kişiyle bir destan yazdık.
Ve o türküyü beraber söyledik.

Bu arada 19 kişilik maç kadrosuna alınmamış Colin Kazım.

"Beyler geri koşuyoruz."
Run Forrest Run.
Run Lola Run.
Ran Nâzım Hikmet Ran.
Maç böyle kazanılır.
Koşacaksın.

Benim için önemli olan attığım bir gol değil. 'Bunalımdan çıkalım, kendimizi bulalım' düşüncesiyle öncelikli hedefimiz düşme potasından uzaklaşmak. Bunu ben değil, Bank Asya 1. Lig ekiplerinden Denizlispor'un teknik direktörü Osman Özköylü söylüyor.

Ben bunalımda değilim
Nereden çıkarttınız?

26 Kasım 2011 Cumartesi

9 Hafta. Ben seni göremeyeli 9 hafta oldu. Aslında buzdolabının gürültüsünü arkama alıp biraz kafamı dinleyebilsem, 9 değil belki 19, belki 23 hafta olduğunu farkederdim. Biz senle uzaklaşmaya bu yaz başında başlamadık mı? Aramızdaki bağlar o zaman kopmaya başlamadı mı? Neyse.

Acaba düzene girmiş olmam mıydı sorun? Sabahları yatağımı topluyorum diye mi, kahvaltımı aksatmıyorum diye mi benden uzaklaştın? Yoksa birkaç aydır akşam 9dan sonra yemek yemiyor oluşum mu beni senden soğuttu? Sen benim o eski düzensiz, leş halimi mi seviyordun? Nereden bilebilirim? Bir paragrafı daha sadece soru sorarak bitiriyorum. Cevaplar yok, cevaplar uzak.

Rüyamda gördüm, koşuyor, koşuyor, koşuyordum. Tam uzanacakken ona, kaybediyordum. Tam elde etmişken onu, her şeyi bok ediyordum. Belki de rüya değildi bu, gerçeğin ta kendisiydi. Belki de ben gerçekten bok ediyordum her şeyi, onu elde ettiğim her an kaybediyordum. Ben sevinmeyi hak ediyor muydum?

Ben, Özgür Esentepe, İstanbul'un Hakeem Olajuwon'u.
Hakediyorum sevinmeyi, Gelicem, görücem, alıcam onu.



Tabii ki sıradışı bir yazar olduğum için sizleri kandırdım yine. Halı sahadan bahsediyorum olm. Sırf bir şeyler değişsin diye geçen akşam saat 10 sularında burgerking yedim. Değişmedi.

https://seyhan.library.boun.edu.tr/kutuphanedefutbolkitabiarayancocuk

Bak orada sağ altta DUE 16-12-11 yazıyor. Ben yazdım, benim yüzümden yazıyor.

Ne yapacağımı bilemez bir haldeyim. Kaybedenler Kulübüne üye oldum, galibiyet göremez oldum, viraneyim. Kaybettikçe hırslanıyorum. Gördüm ki kaybetmek bloga yazı yazdırıyor. Kaybedenler Kulubü kümesinin Justobacco kümesiyle kesişimindeki elemanlar, bloga yardırıyor. 9 Hafta oldu, yok mu bir galibiyet. Kanka nolur beni biraz idare et.

Ben böyle sevinmeyi hak etmiyor muyum? Yok mu benim Callejon'um?

http://s14.directupload.net/images/9haftamioha/bizeboylesevinmekharammi

Dışarısı buz gibi lapa lapa kar var benim içim yanıyor.
Direğin yarım metre ötesinden bile topu üst ağlara vurabilirim inan kii
inan kiii
inan kiiiii

Başarısızlık, başarısızlık dedikleri daha ne olabilir ki
Başarısızlık, başarısızlık mağlubiyetten kaçılabilir mi
Bizim takım daha güçlüydü diyip de geçme
Sakın gülme halime
Nasıl olduğunu anlayamadım ama
Eziliyorum delicesine.

9 hafta oldu. 9. Dokuz.

30 Ekim 2011 Pazar

sadece minibüse biniyordum. nerden bilebilirdim ki?


selam-ın aleyküm.. uzundur yazmıyordum bloğa, sonra bugün başımdan geçen bir olayı özgüre anlattım. o da dediki yaz bunu, ben de yazayım dedim.

metrobüsten inmiş, pazar liginde oynanacak olan müsabakamız için göztepe benzinlikten geçen minibüsleri aramaktaydım. kartal minibüslerini gördüm, sonra dedim ki kendime: 'dur trenle gideyim'. trene doğru hareketlendikten sonra 'yazış ya minibüs daha hızlı gider' diyerek minibüslere geri döndüm. bu sırada minibüslerden biri kalktı, ben de bir sonrakine bindim. aradaki bu karar verme sürecinin biraz sonra anlatacağım şahsı tanımam için var olduğundan habersizdim. minibüse ilk binen bendim. göztepe benzinlikten geçer mi ağabey diye sordum, geçer beyefendi dedi. konuşması bir minibüsçüye yakışmayacak derecede kibardı. kolat olsa hemen eşcinsel galiba derdi. parayı verdikten sonra minibüsün her tarafında B.A(nedense ismi vermek istemedim) adlı şahsa ait özlü sözler olduğunu fark ettim. ismi daha önce duymamıştım. aklımda kalan bir tanesini yazıyorum: 'okuma yazma bilmiyorduk; toprağı kazdık. okuma yazma öğrettiler, mezarımızı kazdılar.' Sonra şöför gel buraya otur daha rahat edersin diyerek yanındaki koltuğu gösterdi, ben de tavsiyesine uydum. ön tarafta yazıların daha fazla olduğunu fark ettim. her tarafta aynı kişiye ait sözler vardı. hepsini okumaya başladım, ben okurken adam da bana bakıyordu. yazılar bitince kitabımı çıkarıp yarım kalan kısa bölümü okudum(bir güney amerika kızılderilisinin(don juan) öğretileriyle ilgili). hareket ettikten beş dakika sonra şöför otobüs şöförlerine olabildiğince kibar bir şekilde hakaretler ederek benden onay istedi, ben de 'hakkaten abi yea' diye hepinizin tahmin edebileceği bir şekilde yavşak bir cevap verdim. daha sonra adam yazılar hakkında ne düşündüğümü sordu, bende kim bu B.A diye sordum. o da 'BENİM' dedi. yazının devamında minibüs şöförü B.Anın öğretilerini okuyacaksınız. diyalog olarak kendi cevaplarımı yazmıyorum çünkü genel olarak 'hadi ya?' ve 'daha önce hiç duymamıştım' şeklinde şeyler söyleyebildim.

'ben vatan hainleriyle mücadele ediyorum. hee kimdir bana göre vatan haini? ingilizler burundan içeri giren bir böcek üretip bunu dünyada çeşitli yerlerde kullanmaya başladılar. bu içine girdiği insanları ingilizler için çalışan bir ajan haline getiriyor. bu kişilerde devlet kurumlarına girdikleri zaman o kurumları çökertiyor. milli eğitimi çökerttiler, milletvekillerine sızarak meclisi çökerttiler. şimdi halkı çökertmek istiyorlar. işte ben bu vatan hainleriyle mücadele ediyorum. bizim korkumuz yok bu hainlerden. ilk ingiliz ajanı süleyman demireldi, bu ajanların başıdır o ve en yaşlısıdır. en genci de tayyip erdoğan. ama en sinsileri deniz baykaldır. mehmet ağar ve bir şahıs(adını hatırlayamıyorum) bunları öldürmek istedi. insan hangi milletten olursa olsun mayası bozuksa işe yaramazdır. insanın önce mayası bozuk olmayacak. zaten mayası bozuk olanlar kurtuluş savaşında bizimle omuz omuza savaşmadılar ki, düşmanın safını tuttular. (ilk defa duyuyorum dedikten sonra söyledikleriyle devam ediyorum) duyamazsın zaten, bu bilgileri herkes bilemez. bunları bilmek için insanın kendi güneşinin kendisi olması lazım. sen nasıl bileceksin? her insan bilemez. bak, her insanın yıllık 366 sayfası vardır. ben nasıl biliyorum? ben sayfalarımı kendim çeviriyorum. herkes yapamaz işte bunu. bak ben bu yazıyı ilk okulda yazdım, bu yazı benim kişiliğim, bu da benim kimliğim, bu da insanlığım. bak bu yazıyı yazmak yıllarımı aldı! bu arada göztepe benzinlik burası. o kapı çalışmaz, arkadan in, sakin ol, bekliyeceğim.)


18 Ekim 2011 Salı

Bu aralar bu mesajı verdim verdim, veremedim yine hüsran.

Yıllardır hiç tatmadığım bir mutlulukmuş. Düşününce ne kadar da aptal olduğumu anlıyorum. Küçük, gerçekten çok küçük bir şey. Yatağımı toplamaktan gurur duyuyorum.

Çok tatlıydı gerçekten, bana uymadı. Artık görüşmesek diyorum. Koyma onu sakın, koyma o kaşığı. Artık çayımı şekersiz içiyorum.

Ablacımı özledik, geçmiş olsun ablacım. Bak artık odamı kendim temizliyorum. İki süpürge iki vileda hafif toz al. Uyandığımda mutlu oluyorum.

Hep söylediler, ama ben hiç inanmadım. Artık hiç aksatmıyorum. Sabah evden çıkmadan hazırlayıp, müsait olduğumda kahvaltımı yapıyorum.

Hatırlıyorum. Ben onlarca, belki yüzlerce kez eve girdiğimde mutsuz oldum. Gerçekten sizi gördüğüme pek sevinmiyordum bazen. Sigara kokmayan bir salonum olsun istedim bunca yıldır. İki gündür oldu. Bundan sonra salonda sigara varsa, ben odamdayım, burdan ilan ediyorum.

29 Temmuz 2011 Cuma

benim de bu yazım vatani görevini yapmakta olan fırat ergene için gelsin.


benim de bu yazım vatani görevini yapmakta olan fırat ergene için gelsin.

bize hep kızdın, sitem ettin. olm neden paralı kanalları/parasını verdiğiniz kanalları izlemiyorsunuz dedin. haklıydın. örneğin, neden E! Entertainment izlemiyorduk veya neden spormaxte değildik gündüz gece. anlatacağım hikaye bununla ilgili. dinle.

"nisan mayıs ayları, gevşer büzük yayları" adını verdiğimiz periyotta kendimizi saldığımız zamanlar oldu. bunlardan birinde bir rakı masası kurmaya karar verdik. bunun olayla hiçbir ilgisi yok aslında. farkındaysan sürekli olayın neyle ilgili olup olmadığını söyleyerek bir yazarın yapmaması gereken en önemli şeyi yaptım. bu cümlenin de doğruluğundan emin değilim. yazıdaki gerginliğin sebebini az sonra anlayacaksın.

neyse gittik diada alışveriş yapıyoruz. benim telefon çalmasın mı? arayan kim? digiturk. diyolar işte ligtv ister misiniz falan uygun fiyata, yok şu fiyata film paketi vereyim. tatlı da bir kadın sesi. kusura bakmayın şu an patlıcan seçiyorum diyemedim. dedim yok bana paket falan vermeyin. ben paketimden memnunum. dedi ki dur bi son teklif yapayım. he dedim. pazarlık başladı.

-sizde şimdi moviemax speed var. kanal 15. biz sizden bu kanalı alıcaz. onun yerine hiçbir ekstra ücret ödemeden premier league tv, nba tv, espn classics, espn america...
-oo tamam tamam bunları istiyorum parasız di mi?
-evet tamamiyle ücretsiz, dediğim gibi premier league tv, nba tv, espn classics, espn america ve tüm erotik kanallar.
-.....tamam. tamam. olsun bu. para ödemiyorum dimi?
-yok para ödemiyorsunuz, 2 ay boyunca bu bizim hediyemiz. iki ay sonra paralı olacak, o da şu şu kadar lira.
-aa yok ben 2 ay sonra da para ödemek istemiyorum, teşekkür ederim.
-o zaman biz yine size bunu hediye edelim, 2 ay sonra eski paketinize geri dönersiniz.
-olur. teşekkür ederim, iyi günler.

3 hazirandan 3 ağustosa kadar erotik kanallarımız vardı kısaca. ilk birkaç gece baktım. peeh. utandırıcı. hayatımda izlediğim en kötü erotik şey.

bugün kolatın yazısını okudum. televizyonu açtım. hiç vakit kaybetmeden playboy tv'yi açtım. dedim ki ulan paralı kanal. fırat olsa bunu izlemek isterdi. ve yaklaşık birbuçuk saattir erotik yayın izliyorum. penisimde en ufak bir hareket yok soracak olursan. gerginliğim bundandır. şu an bir bilgi yarışması var mesela. az önce de intimacy tv'de bir meksika restoranında yemek yiyen iki yetişkin insan, yemeklerinden bir ısırık aldıktan sonra birden değişime uğrayıp sevişmeye başladı. işin ilginç yanı sevişme sahnelerinde yemekler masada değildi. zaten hiçbir action göremediğimiz için ben yemeklerin nereye gittiğini, sahneyi introdan önce mi yoksa sonra mı çektiklerini düşündüm. yalnız cidden hiçbir action yok. 4 kanal var, 1 vajina yok. enteresan. ben memeyi her yerde görüyorum, bana bunu verme. zaten büyük memeyi de sevmem. çok uzattım.

uzun lafın kısası. bugün senin için bir şey yaptım. birbuçuk saat boyunca digiturk'ün paralı bir kanalını izledim. gerçekten canım çok sıkıldığı için kapatmak zorundayım. halısahasız şu sezonda kalbimizi her türlü kollektif heyecana kapatmak zorunda olduğumuz gibi.

13 Temmuz 2011 Çarşamba

DAMACANA


MERHABA ARKADAŞLAR.. SİZE BU SATIRLARI YAZARKEN ACI ÇEKİYORUM ÇÜNKÜ SOL AVUÇ İÇİM DAMACANA TAŞIMAKTAN SU TOPLAMIŞ DURUMDA. ORANTISIZ KOL KASLARIM DA JABASI. ALAYINIZI ALIRIM BİLEK GÜREŞİNDE. BURADAKİ İŞLERE YETİŞMEK İÇİNDE STAJ YAPMAYACAĞIMI DUYURAYIM. İNSANIN KENDİ İŞİNİN STRESİ BİR BAŞKA OLUYORMUŞ, OKUL HAYATI BANA O KADAR UZAK GELİYOR Kİ ANLATAMAM. YAVŞAK 3 GÜNDE BU KADAR OLUR MU? DEMEYİN, BÜYÜK İHTİMALLE 1 HAFTA SONRA ADINIZI UNUTACAĞIM. FIRATÇIM SENİ SEVGİYLE ANIYORUM, YAKIN ZAMANDA BEN DE ASKERLİĞİ ARADAN ÇIKARMAYI DÜŞÜNÜYORUM. NEDEN BÜYÜK YAZDIĞIMI MERAK EDİYORSANIZ HEMEN CEVABINI VEREYİM; ÇÜNKÜ BEN BİR SUCUYUM VE SUCULAR KÜÇÜK HARFLE YAZAMAZLAR.

26 Haziran 2011 Pazar

Kanka ben çok fena düştüm yeea

5. sınıftaydık. Bisiklet yarışı vardı. Sarıgerme yolunu kapatacaklardı o gün bizim için. Gittim vitesli bisiklet klasmanında kaydımı oldum. O hafta tek gündemimiz bisiklet yarışıydı. Muhabbet dönüp dolaşıp "Olm sonuncu olursak rezil oluruz"a geliyordu. Ben de her seferinde 5. sınıfın verdiği o olgunlukla saçmalamamaları gerektiğini, hiçbirimizin sonuncu olmayacağını dile getiriyordum. Yarış günü 9 numaralı Türkiye formamı ve şortumu giydim, yola koyuldum.

Yarıştan sonra babamı aradım, 17. oldum baba dedim. Sevindi adam İstanbul'dan. Nereden bilebilirdi ki yarışta 17 kişi olduğunu?



Bisikletlerimizi kamyonlara yükleyip, bizleri minibüse bindirdiler. Start çizgisine geldik. Start verildi, ailelerimize, arkadaşlarımıza, sevdiğimiz kızlara doğru başladık pedal çevirmeye. İyi de başladım, ilk 100 metrede birinciliği, ikinciliği, üçüncülüğü gördüm sırayla. Sonraki metrelerde dördüncülüğü, beşinciliği, altıncılığı, yedinciliği, sekizinciliği ve dokuzunculuğu gördüm. Bir şeyler yanlış gidiyordu. Onuncu oldum sonra, onbirinci oldum, onikinci oldum. Artık vücudumun her yerinden akan terlerle beraber, ingilizlerin humiliation dediği duyguyu hissediyordum. Onüçüncü olduğumda artık hissizleşmiştim. Ondördüncü oldum, onbeşinci oldum, onaltıncı oldum. Arkamda tek bir kişi kalmıştı, o da beni geçti. Onyedinci oldum. Giderek farkı da açıyorlardı. En sonunda 100-150 metrelik bir fark yedim. Yarışın bitmesine de 500 metre kadar kalmıştı. Arkamdan sağlık minibüsü geliyordu. Mikrofonu açtı ve bağırmaya başladı. "Hadi Hakan Şükür, Hadi Hakan Şükür.". Artık tek istediğim evde, yatağımda olmaktı. Ya da dönüp denize doğru sürecektim bisikleti. Yapmadım. Finişe yaklaşıyordum. İnsanları seçebilmeye başlamıştım. Herkes mutlu, takılıyordu. Ama finiş çizgisinde bekleyen bir grup vardı: "Les Annemler.".

Oğlunun yarışa katılmasının bile büyük bir gurur olduğuna inandığı için,annem arkadaşları ve onların çocuklarını da yanlarına almış, bir tribün lideri edasıyla onları yöneterek ismimin bütün yarış alanında yankılanmasına sebep oluyordu. Utanç daha da artıyordu. Tamam sonuncu olduk da herkes adımı bilmeseydi diyordum. İstemeden yavaşladım. Şaşkındım. Tanımamazlıktan gelemezdim. Çünkü bana bakıp tezahürat yapıyorlardı. Öözgüür, Öözgüür, Öözgüür. Bütün Dalaman'a rezil olmuştum. Olsundu. Ben o yarıştan iki şey öğrendim:
1. Bisikletin vitesliyse, o vitesleri kullan. İşe yarıyorlar.
2. Sonuncu da olabilirsin. Büyük konuşma.




Ha bu hikaye nereden geldi? River Plate düştü düşecek bu akşam, Monaco düştü, Deportivo düştü. Galatasaray da düşebilirdi ligden. Şaşırmazdım ben. Aynı şekilde desteklerdim. Tüm Nottingham Forest taraftarlarına selam olsun.

24 Haziran 2011 Cuma

Şampiyon Cimbombomum Ne İstersen İste Bizden


küçük lüksler insanı mutlu ediyor. kimileri elma suyunun en kaliteli olmasını istiyor, kimisi taksiden vazgeçemiyor. şu an kartaldayım. yine herkes uyudu. evimiz adalara bakıyor. yanlış koltuk tercihim yüzünden ben onlara bakamıyorum. blog yazarlarının yüzde 75i yurtdışında. yüzümü batıya dönüyorum. bekliyorum.

küçük lüksler insanı mutlu ediyor. kartaldan çıkarken 16d beklemiyorum. dolmuşa biniyorum. lise sonda da tek lüksüm buydu. 3.30 falandı o zaman. 5.75 oldu fiyatı. biraz koyuyor. 6 tane 1 lira veriyorum, 25 kuruş geri veriyor. bi tane kadıköy diyorum tabii. bu seferkinde çok şaşırdım. dolmuşçu elvis presley dinliyordu. kendime güvenimi kaybettiğim her zaman yaptığım gibi müzik zevkim üzerine düşündüm ve avazavazı takip etmeye karar verdim. yine her zaman yaptığım gibi yalan etmedim. bu gece subscribe dedim. erik yedim. eriğe tuz dökmüyorum, çileğe de pudra şekeri. korkuyorum. baklavayla x-teen'lerin sonunda tanıştım. geriden geliyorum. allahtan air var.

pozisyonu hayal et. elden ele paralar uzanıyor. parayı şoföre sen vereceksin. parayı uzatıyorsun. bekliyosun. farketmiyor. kaptan/abi/şoför amca/usta alır mısın diyorsun. arkaya bakıyor, paraya uzanıyor. anlıyorsun ki adam, şoför olmuş ama kaptan olamamış. o adama inerken "kolay gelsin kaptan" de. mutlu olacaktır.

gayret salonundan 3 yıldır bakmış olduğumuz duvara yazı yazıcam yakında. belki körden rica ederim. büyük harflerle: NEREDEN BİLEBİLİRSİN Kİ?

Ubuntu. Sevgiler.

3 Haziran 2011 Cuma

ivan ergiç


Bilinmesi gereken bir adam geçti Bursa'dan, gözlerimizin önündeydi dev gibi... "Kazım Koyuncu" dedi, en sevdiği Türk sanatçıyı sorunca... Kanserden öldüğünü biliyordu ve hayat hikâyesini çok acıklı buluyordu. Ve "Nazım" deyince susuyordu her seferinde... Ülkenin iç-dış politikaları, siyasi partiler, dünyadaki dini akımlar sohbetlerin genelini oluşturuyordu. Barış Manço'yu merak ediyordu, Livaneli’yi... Biliyordu da… Bulvarda kırmızı ışıkta durmuş beklerken "Deniz'i sever mi Türkiye?" deyiverdi... İdamlardan bahsettik... Sustuk... Üniversite yıllarımda yapmadığımız tartışmaları heyecanla sürdürüyorduk bir araya geldiğimizde. Osmanlı İmparatorluğu'nun kronolojisini de iyi biliyordu, Atatürk devrimlerini de... Kılık kıyafet konusunda kabul edelim ki özensizdi. Ve kimse bilmezdi; "kermes"lerden giyinirdi. "Bir çocuğun Bursa'da Manchester United'ı izlemesinden daha önemli bir şey olamaz" demişti. Cebinden yaklaşık 20 bin TL verip okullara bilet dağıttırdı. Çocuklar da bilmiyorlardı kim olduğunu. Meraklı bir baba uğraşınca, ismine ulaştı ve medyada haber oldu. Çok kızmıştı. "Olsun be yaa..." demiştik, o diyemedi bir türlü. Daha bilinmeyen pek çok hayır işine imza attı. Gizlilik esastı... Bütün dinleri olduğu gibi İslam'ı da araştırdı. İki ayda, derdini Türkçe anlatmaya başladı. 4 dil biliyordu. Türkçe 5. oldu. Kuru fasulye en sevdiği yemekti. Özel olarak yapardı Ramazan Usta. Künefeyi de çok beğendi. Bir de "fasulye" şarkısını. Galibiyet kutlamalarında ortaya atlardı hemen. Ertuğrul Sağlam'ı çok sevdi bir de... Saydı... Hoca gibi, ağabey gibi, dost gibi... Genç futbolcular her otomobil değiştirdiklerinde yanlarına gidip "off süper araba kaç yapıyor?" diyerek dalgasını geçiyordu. Kendisi için önemsizdi çünkü... Evet, kesinlikle çok komikti. Hemen hemen herkesin taklidini yapabiliyordu. Uzak durdu medyadan. Karaburun'daki konferansa spor emekçileri sendikasının davetlisi olarak giderken çok heyecanlıydı. Uyardık ama, "burası Türkiye siyasete çok girme" gülümsedi sadece "merak etmeyin" derken... "Filozof değilim" diyordu. Sırt çantasında en az 7-8 kitapla geziyordu. Kiralık evi olmasına rağmen tesislerde kalıyordu. Ya okuyordu, ya uyuyordu... Ve kafa dengi arkadaş bulunca anlatıyordu; "İtalya’da futbol büyük ve çirkin bir organizasyon. Futbolun ruhu kayboluyor. Neden hakemler gol sevinçlerinde formayı çıkartmaya sarı kart gösteriyor? Forma reklamı görülmüyor diye. Para futbolun dengesini bozuyor..." Duygusaldı... Cem Karaca'nın "Tamirci Çırağı"nı dinlerken gözleri dolmuştu... Çok iyi bir ailesi vardı. Menajeri olmadı hiç... Babası ilgilendi transferleriyle. Her şeyi bırakıp bir anda Avustralya'ya dönebileceğini söylerdi her seferinde... Kırmızı kart görmedi hiç... Hem de hiç kimseden... Bursa'yı çok sevdi... Bursalılar'ı çok sevdi... Pazartesi Bursa'dan ayrıldı, Salı günü şampiyonluk kutlamalarında Basel'de omuzlara alındı... Teşekkürler İvani... Futbolun için... Adamlığın için... Dostluğun için... Kazım Koyuncu'ydu en sevdiği şarkıcı. "İşte Gidiyorum" ile bitsin bu yazı... ...İşte gidiyorum. Bir şey demeden. Arkamı dönmeden, şikayet etmeden. Hiçbir şey almadan. Bir şey vermeden. Yol ayrılmış, görmeden gidiyorum. Ne küslük var ne pişmanlık kalbimde. Yürüyorum sanki senin yanında. Sesin uzaklaşır her bir adımda. Ayak izim kalmadan gidiyorum. Gerdiğin tel kalbimde kırılmadı. Gönül kuşu şarkıdan yorulmadı. Bana kimse sen gibi sarılmadı. Işığımız sönmeden gidiyorum... Not: Bu satırları yazdığımı duyunca bana da kızacak biliyorum. Yazdıklarımın büyük bölümünü Bursaspor TV'de birkaç gün içinde yayınlanacak "Nereden Nereye- Ergic" röportajında izleyeceksiniz zaten. Yazmasam olmazdı. Burak Uçar / Bursaspor TV Genel Müdür Yardımcısı

15 Mayıs 2011 Pazar

adidas three stripes ve bir puma figürü. dişlerimi de fırçalamadım uyuşukluğumdan ötürü. dün sabah kahvaltıda pastırmalı yumurta yaptı babanem. belki de yumurtalı pastırma hatta. ve yanında biiir paçanga böreği. kahvaltı dediğim ikiii buçukta olduğundan, bir öğün kaçırdık yine hooop akşam yemeği. akşam yemeğinde yine üüüç paçanga böreği. cumartesi akşamı beyoğlunda babam ben kardeşim. bizi alırlar mı çocuğun yaşı on altı. kurallara bağlıyım sonuna kadar. cumhuriyetçiler ve demokratlar. buyruuun tabii ki aldılar. biz de on altı yaşında olduk. herkes yattıktan sonra fm oynadık. şimdi baaak bira göbeği. sanki çoook içermişiz gibi. babanem yediriyor, durmak bilmiyor. "nolsun onun da sınavları var koşturup duruyor." muhallebi lokum ve toblerone. kör ozan gel bize biraz ebleron. suratına boş boş baktım yine. ne dediğini dinlemiyorum senin de.

merak ettiğim birkaç şey var.
pastırma neden bu kadar çok kokar?
ve emre gerçelle babam facebookta
neden ve nasıl arkadaşlar?

10 Mayıs 2011 Salı

Neymiş Mesut Özil; Real Madridte oynamak için alman pasaportu gerekmiyormuş. Ha eyvalla!

29 Nisan 2011 Cuma

yattara

"cafe açma ruhsatı" olarak bilinen ünlü fotoğrafın yattara versiyonu

28 Nisan 2011 Perşembe

Benim Çılgın Projem

"

şimdi geldik bu kölne. burada tek övündüğüm şey, bu kemençe. ulan bok yiyen. herkesin suratı meymenetsizlik akıyor ya. hepsi bir kokuyor leş. bu oda türk kokuyor. buradan çıktığım anda başka bir şey kokuyor ya. ..(?).. gittim bankaya, bana dedi ki: "buraya bi şey edemez... (almanca konuşuyor.)". dedim "ne oluyor ya, git başımdan.". gittim. yolda dedim ki "ulan melodi(?), ne varsa yine türklerde var. girelim şu dönerciye de bir soralım.". girdik içeri. dönerci abim bir baktı, gözleri çaktı, bana dedi ki... ?... buraya memleketim türküsünü söyle ..... güzeeel türkiyeee... dedi ki "kızım gel sana bir tarif edeyim, burada türk bankaları vardır." dedi. dedim "abim ya, balını yediğimin memleketimin abisi ya.". sonra gittik. (bunların biraları da bir tuhaf, yere koydum (?), taştı.). neyse, mevzumuza devam edelim. buraya gelecek bacılar, yavrularınızı yollarken analar babalar, yavrularınızı gönderirken almanca öğretin onlara. bu almanlar çok fena ingilizce bile konuşmuyorlar bizimle ya. neyse, ondan sonra, öyle de böyle de, öyle de böyle de, biz geldik bugün ziraat bankası. bir girdim içeri. türk. herkes türk. bir sıcak, bir ısındım. zaten dışarıda yağmur yağıyor. girdik içeri, bir ısındım. bir baktım oraya, gişenin oraya. bir tane laz karısı(?) bağrınıyor. "ha buraya geldik uşağım, bu paraları nasıl halledeceğiz?" diye. dedim ki "canım memleketim" hiç çıkasım gelmedi. girdik gişeye. orada adam nasıl yakın var ya bir yardımcı bir yardımcı, kendi bankası olmamasına rağmen garantinin numarasını bile verdi bize ya. vallahi toprağımın insanı bir başka oluyor. sonra geldik. burada ...(?).... bir şeyler. sonra geldik evimize, alışveriş falan yaptık. bildiğin kaşar peyniri, eski kaşar böyle yani delik delik olan. ulan bir aç, bir ayak kokusu, bir ayak kokusu.. ulan bok yiyen. bunlar ne ..(?).. bunlar ..(?).. pislik. yolların ortasında "gur gur gur gur" burun çekiyorlar ya. hepten pislik. metroya biner köpeği, alışveriş.. girdik, new yorker'da alışveriş yapacağız, t-shirt bakıyoruz, ulan oradan köpekler geçiyor ya. insan, hadi ben seviyorum köpeği, benim annem gelse ne yapacak orada? anam gelse ne yap....? ablam! ya bizim bacı korkuyor köpekten, ne yapacak o? hiç bunlar, hiç bizim gibi değiller. bir meymenetsizlik, bir ..(?).. .. neyse, bu köln maceramızın ilk günleri böyle geçiyor. yani ben anladım ki ha buraya gelseydim ben gerçekten almanca konuşurdum (?). çünkü nereye gitsek türkçe. ulan bir bakkala girdik, gördük orada sırma su, ulan atladık ona ya. sonra adam anladı bizim olduğumuzu, türk olduğumuzu. çakmak istedik, bize bir kırmızı bir beyaz verdi. ne? bayrağımızın, şehitlerimizin kanıyla alınmış kırmızı renginin üzerine düşen ayla yıldızın beyazı... içim sızladı, içim sızladı. gerçekten bir el fatiha şehitlerimize. neyse, burada bitiriyoruz.

"

21 Nisan 2011 Perşembe

yaz gecesi

yüzüme hafifçe esti hava, sanki bir yaz gecesi.
tüm sıcaklığıyla gecelerin, hissediyorum, bu bir yaz gecesi.
aşklarıyla, sevdalarıyla, acılarıyla, şimdi daha iyi anlıyorum, bu bir yaz gecesi.

30 Mart 2011 Çarşamba

Kürk Mantolu Madonna



boğaziçiyle beraber, hayatıma çift kişilik yatak girdi benim. kimi zaman yalnız, kimi zaman sevdiğim kadınlarla beraber uyandım o yatakta. bu aralar uyanmakta biraz zorluk çeksem de her sabah uyandım.

ben baharın geldiğini o yatağın içinde anlardım. uzun, yorucu bir kışın ardından bahar bizim diyarlara kuş sesleriyle gelirdi. bilen bilir, evimiz yeşilliklere baktığı için arka bahçemizdeki kuşların ötüşü bizim odalarımızda yankılanırdı adeta. ve ben o yataktan kuş sesleri ile kalkarken anlardım baharın geldiğini metropolümüze. ve sizler, ekleyebilirdiniz "yazış da" bağlacını cümlelerimin sonuna.

cidden ama bahar geldiğinde evde kuş sesleri duyabiliyoruz, yalan değil. arkadaki plazanın güzel bi bahçesi var bence.

bu yaz bahar gelmedi. çünkü bu yaz kuşlar gelmedi. pencereden baktım sabah uyandığımda, yoklardı. acaba... acaba biz insanlar mıydık onları korkup kaçıran? bir hata mı yaptım geçen sene de bu sene beni uyandırmaktan vazgeçtiler? neydi suçum? neden bu eşsiz sesten mahrum kaldım?

"2010 yılında çıkan yasayla artık apartmanlara ısı yalıtımı zorunluluğu getirildi. Yasal zorunluluğun yanı sıra bu yalıtım sayesinde kışın soğuktan %60-70, yazın aşırı sıcaktan %5 civarında korunmak mümkün. Isı yalıtımı (mantolama) hakkında bilgi ve apartmanımızın diğer sorunları hakkında konuşmak amacıyla 3 Nisan Pazar günü saat 16.00'da toplantı düzenliyoruz."

ama bizden önce harekete geçmişlerdi onlar.

anladım ki bu bahar kuş sesleriyle değil, matkap sesleri ile gelecekti. yan apartman mantolama yaptırıyordu.

sabah 8de matkapla duvar mı delinir amına koyim?

18 Mart 2011 Cuma

tirtirtiramisu


"bu gece benim gecem"i iki kez söylemek yerine "bu gece benim gecem, bu gece bizim gecemiz" diyerek seyircisinin kalbini çalmaya and içmiş yavşak bir popçu edasıyla, selamlar justıbakko.

keşke ben de kafam güzel olduğunda sevdiğim kızları anlatan -burada türkçemizin bir eksikliği daha ortaya çıkıyor, şu an sevdiğim kızları mı yoksa eskiden sevdiğim kızları mı kastediyorum bilemezsin- bir insan olsaydım. geçen akşam arkadaşlarlayız, tiramisu yemişiz, güzel bi sürpriz gelmiş eve falan. güncel konularla, felsefik sorunları harmanlayıp çay içiyor, şarap yudumluyorduk (bkz. batuhan kardeşimin güzel üslubu). bu sefer gerçekten mum ışığındaydık, en azından bir mum vardı.

ben nasıl olduysa, hemen kızarıp sızmamıştım. ama şişenin de sonuna gelmiştim. misafirlerimiz evden ayrılmıştı. sisim dj kabinine geçmiş, bize gençlik yıllarımızın en sevdiğimiz şarkılarını çalıyordu. ben de kitleye kitleye autumn'u kitleyebilmiştim. autumn dedim, kardeşim dedi. autumn dedim, talin budak diye bi hocamız var, matematikten soğutuyor ya dedim. ya kadın eline almış bir kağıt, sadece tahtaya yazıyor abi. bir de mesela aynı dersi 3-4 sene önce vermiş, birebir aynı şeyi yazıyor abi. hataları bile aynı. dersin hiçbir motivasyonu yok. ben çıksam ben de anlatırım aynı dersi, hatta daha iyi anlatırım. sen de anlatırsın autumn, sen bile anlatırsın abi. nasıl olacak abi bu iş dedim. ne cevap verdiğini hatırlamıyorum, vermemiş de olabilir.

ben erken ölüyorum, ben üzüleyim. sen üzülme.

9 Mart 2011 Çarşamba

blog açılmış


incesazla uyandım. derse gitmem gerekiyordu. camdan yağan karı gördüm. netbook'u açtım, hemen webmail. lecture cancelled. hoop yatağa geri. rüyamda marstan dünyaya geri döndüm, uyuyan dünyaya haykırdım: 'dünyeeeeeaaaaaa!! geliyorlaaaaaaaarrr!! uyanın, savaşa hazırlanııııııınn!!!'

27 Şubat 2011 Pazar

a.ö

sevgili kıskanç arkadaşım fırat. onlarla bu şekilde iletişime geçemezsin. onlar kendilerini like lıyarak ifade ediyolar. onlara like or dont like soruları sor, bu şekilde aradığın cevaplara ulaşıcaksın

26 Şubat 2011 Cumartesi

"sahip olduğum tüm aşklarım"



yeni adamım Jovanotti. italyanmış kendisi anlaşılacağı üzere. ancak kendisini "adamım" olarak itham etmemim italyanlığıyla zerre alakalı değil zira beni etkileyen klipteki "dünya sikime götüme minare" tarzı hareketleri. kendisini bu hareketlerinden ötürü idolum ilan ediyorum ve kalan hayatımı onun gibi olmaya adıyorum. yok beceremezsem ben de Thom Yorke gibi amı götü dağıtırım. bkz: http://www.youtube.com/watch?v=cfOa1a8hYP8

gelişmelerden haberdar ederim. esen kalın.

20 Şubat 2011 Pazar

Wikileaks 6 (+18)


Yıllardır bilinç altımıza hollywood tarafından kazınan Amerikan kolej hayatı biz inanmasakta gerçekmiş. Hani Amerikan pastasında görüp 'Vay be adamlar yaşıyor, hayat onlara güzel' 'Yok artık lebron james' gibi cümlelerle tabir ettiğimiz bize garip gelen durumlardan bir tanesini yaşadım perşembe akşamı. O filmler senaristlerin fantezisi değilmiş, bunu anladım.

Perşembe akşamı salonda Amerikalı arkadaşla fifa 11 oynuyorduk. Evet burada PES maalesef bilinmiyor. Dışarda feci bir yağmur yağıyordu. Arsenal ile iki sıfır öndeyken dışarıdan bağrışmalar duydum. İlk anda farkına varamadım. Sonra pencereden dışarıya bakmamla kanımdakı adrenalin oranın 10 katına çıkması bir oldu. ÖSS'den önceki sabah, kahvaltı yaparken bulunduğum ruh haline geri döndüm. Elim ayağım boşaldı. Yaklaşık 100-150 kişilik kız erkek karışık grup benim oturduğum apartmana çıplak bir şekilde koşuyorlardı. Hemen balkona çıktım. Gözlerimi kısıp zoom yapmaya çalıştım. Olmadı. Olayın farkına varmam 30 saniyemi aldı. Her Türk gencinin yapacağı gibi bu anı belgelemeliydim çünkü benim güzel ve yanlız ülkemde bunlar olmuyordu. Odama koştum. DSLR'ı kaptım. Otomatik moda getirdim. Flaşı açtım ve 'o anı' belgeledim dostlarım. 720p video bile çektim. Çıplak grup bizim binaların bulunduğu yerin ortasına gelip bağırmaya başladı. Bizim çıplak bir şekilde aşağıya inmemizi bekliyorlardı. Elimdeki kamera büyük olduğu için bayağı ilgi toplamıştım. Bana da bağırmaya başladılar. (Hayal gücü on) Daha fazla dayanamadım ve six packimi ve adonis kasımı bu çılgın gruba gösterdim. Üstümdekileri çıkarıp balkondan kalabalığın ortasına atladım. Elimde Türk bayrağı çılgın bir şekilde kampüste koştum diğer 200 kadar çıplak insan ile birlikte. (Hayal gücü off).

Anı belgeledikten sonra fifa oynamaya geri döndüm ve amerikalı arkadaşı ezici bir skorla yendim. Avrupalı ve Avustralyalı dostlarım maalesef Amerikalı kardeşlerime katılmadılar. Balkonda oturup Amerikalıların ne kadar salak olduklarını tartıştıkları için çok meşguldüler.

14 Şubat 2011 Pazartesi

14 Şubat



Sene 2007. Pearl Jam-Black dinleyerek uyuduğumuz zamanlar. Kendimi akademiye kaptırmamışım henüz. Ergen gerisi sefil modundayım. Yatakhanede hala çay yapıyorum Egemene. Koridorda görünce mememi sıkıyor. O zamanlar her ortalama ergen gibi bende birini seviyorum. Hemde ölesiye. Bir gün kardeşlerimin de gazlamasıyla kafaya koyuyorum. Sevdiğimi söyleyeceğim artık diyorum. Kaçarı yok yani. O akşam arıyorum kızı. Yarın buluşalım diyorum. Telefonu kapadığımda sesimin titrediğini farkediyorum ama mutluyum o özgüveni bulmuş aramışım kızı. Kız zaten biliyor benim ondan hoşlandığımı. Ben official duyuruyu yapacağım yani. Mutlu bir şekilde uyuyorum o akşam, içimde bir büyük umutla. Ertesi gün erkenden kalkıyorum. Amerikadan ithal Abercrombie marka gömleğimi üstüme geçiriyorum. O zamanlar Abercrombie meşhur olmamış. Kadıköy'de bir bende var. Dershaneye gidiyorum. Dershane çıkışı buluşuyoruz kızla. Starbucks'a gidiyoruz. Her yatılının yapacağı gibi orta boy günün kahvesinden alıyorum. Frappuccino'dan bir haberiz o zamanlar. Kızın aldığı kahveyide ben ödüyorum tabi. Daha sonra oturup konuşmaya başlıyoruz. 5-0 gerideki takımın oyuncusunun saate baktığı gibi saatime bakıyorum. Maçı zaten kaybetmişiz ama şeref golümü atayım diyorum. Kız 10 dakika içinde kalkacağını söylüyor. Bir saat boyunca sadede gelemeyen ben doksan artı ikide atağa geçiyorum. Seni seviyorum diyorum kıza. Kızın yüz ifadesinden sıçtığımı anlayıp sıvama kısmına geçiyorum. Bırakıyorum kendimi hormonlarım konuşuyor benim yerime. Kız suratıma bakıyor. Buluşmadan önce ezberlediği repliği okuyor: 'Ben seni arkadaşım olarak görüyorum' dıyor. Ben yıkılıyorum. Kız yıkıldığımı görüyor. Olsun sinemaya gideriz bir gün diyor. Ben gene yıkılıyorum. İçimden olmaz gitmem diyorum. Dışımdan tamam olur diyorum. Gururum parçalandıkça alçalıyorum. Gideceği yere kadar bırakıyor, Batıkan'la buluşuyorum. Akşam odaya dönüp gene Pearl Jam dinleyip sessizce uykuya dalıyorum.
Yaşanmadan bitiyor her şey. Saygısızca.

Bugün günlerden 14 Şubat. Sıradan bir gün benim için. Arka fonda Leonard Cohen- Dance me to the end of love çalıyor. Önümde Molecular Biology-Genes to Proteins kitabı. Perşembe günkü sınav çalışmaya çalışıyorum. Yarın sabah erken kalkıp kütüphaneye gidip çalışmaya devam edeceğim. Kız arkadaşım olsa ne mi yapardım? Yarın erken kalkıp kütüphaneye gidip sınava çalışırdım...

sakal

Özgüres arkadaşımızın polislerle ilgili yazısını okuduktan sonra bu yazıyı yazma gereği hissettim. Özgüresin 'düşünün artık ben büyüdüm demek için bunu bekleyen bi insanmışım' tarzı tutumu ilk değildir. bir hatıramı anlatmak isterim.

2006-2007 öğretim yılındaydık, okul bahçesinde cigaralık çekiyor, derslere deri pantalonla giriyor, canımız sıkıldığında okulu yakıyorduk. Hocalarla armızda bir anlaşma vardı. Onlar bize karışmıyordu bizde onlara bulaşmıyorduk. 'old town rules' tarzı bir anlaşmaydı bu. Bu bahtiyar günlerimizden birinde gene dersteydik. Sınıfın bir köşesinde kumar oynanıyor, bir köşesinde şarap ve mum eşliğinde felsefe üzerine derin bir sohbet ediliyordu. Bir de test çözenler vardı. Bu 3 gruba da dahil olmayan tek bir isim vardı: 'ÖZGÜRES'. Kendince bir işle meşgul olan hocamızın masasının önünde 'senin burada hiç bir ağırlığın yok, ben kafama göre takılırım, kim ne diyebilir' dercesine volta atıyordu. Volta atarken de yeni yeni çıkmaya başlamış olan çene kıllarını -çünkü ona sakal bile denmez- hocamızın gözüne sokarcasına gösteriyor adeta annesi yaşındaki kadını kışkırtıyordu. Haklı olarak bu duruma daha fazla katlanamayan hocamız özgürese 'o sakallar ne, hemen çıkıp kesiyorsun' dedi, hızını alamadı ve benimde içinde bulunduğum 3 kişilik grubu hemen dışarı yolladı. Artık hiç birşey eskisi gibi olmayacaktı. Anlaşma bozulmuştu ve bunun sorumlusu Özgüresti. Arkadaşlarla birlikte özgüre çok kızmıştık. Sınıf buz kesmişti, inanılmaz gergin bir hava esiyordu. Kafamı özgüre doğru çevirdim, yüzünde ufacık ama ufacık bir utanma ifadesi, bir özür belirtisi arıyordum. Birde ne göreyim, beyefendi öyle bir yürüyor ki zannedersiniz alçak dağları o yaratmış. Yüzünde bir gurur, bir zafer, bir başarı. Sebebini söyleyeyim sevgili okurlar. Özgüres ilk defa sakaldan dolayı hatta yüzde 99.9 ilk defa dersten atılıyordu. büyüteçle bile zor görünen kıllarının hocası tarafından farkedilmesi onun erkeklik gururunu öyle okşamıştı ki, boyu falan uzamıştı.

Hepinizi çok seviyorum. son kızılderili.

13 Şubat 2011 Pazar



ortamlarda ezilmeyin diye. sisim benim için, ben sizler için araştırdım. (bu cümledeki anlatım bozukluğunu bulun.)

Naugty America: My First Police Officer

bonsoir ladies.

yarın ders seçimi var. itülü olmadığıma bir kez daha şükrediyorum. sisteme akşamüstü gireceğim. sırf karizma olsun diye. 40 gün okul tatili diye roman yazmayı düşünüyorum.

bugün anlattığım hikayeler ile bir genç kızın daha aklını çeldiğimi sanıyorum. son 24 saatin 16sında falan beraber olduğum SK'ya sevgiler. o çok yalnız ve bizim blogumuzu okuyor.

bugün az kalsın kendime kamera alacaktım. birçok model gördüm, birçok model inceledim. SK neden kamera alacağımı sordu. 1 ay süre ile bunu düşüneceğim. eğer bir cevap bulabilirsem kendime kamera alabilirim. şu an için hiçbir cevabım yok bu soruya. ama 1 ay sonunda özel dersten gelecek mangırları düşünürsek, hepinize pina colada ısmarlayabilecek kadar çok param olacak. iş arkadaşım çiğdeme sevgiler. ve ben kendime kamera alabileceğim.

paragraflarımın bütünlük taşımaması, tamamen ilk ve orta dereceli okullarda kompozisyon derslerinde sınıfın en iyisi olmama bir tepkidir. kendi kendime tepki koyuyorum. koyujam. geçen yine arkadaşlarlayız, bohem bir hisarüstü gecesi, dedim ki ben burjuva olduğum için küfredemiyorum heralde. iğreti duruyor. ilk başlarda eğlenceliydi. ben küfrederdim, arkadaşlarım gülerdi. çocuk gibi. o da kalmadı amına koyim. küfür etmiyorum artık.

her erkek bu dönemden geçer mi bilmiyorum ama bu aralar inanılmaz bir çiğköftedürüm döneminden geçiyorum. nerede çiköftedürümcü görsem ağzımın suları akıyor. okul açılır açılmaz her gün çiköfte yiyerek çiğköfteye doymaya ve akabinde bu süreci normal haline döndürmeye çalışacağım.

bugün dur bloga yazı yazayım dememin sebebini ise finale sakladım: ilk tecrübemi yaşadım.
uzunçayırda metrobüsten inip e-5ten maltepe içi kartal minibüslerine binecektim. turnikeleri geçer geçmez bir polis "seni şu tarafa alalım" dedi. diğer polislerin yanına gittim. kimlik istediler. meraktan "neden" diye sordum. sesim gergin çıktı. işkillendiler. deri ceketimle zaten bir smooth kriminaldim adeta. "polis ne için kimlik sorar" dedi bir tanesi. "bilmem neden so.. haaaaa :) gbt mbt askerlik dimi abi yaa kusura bakmayın bu benim ilk seferim yeaa" derken ben, sesim hala gergindi. daha da işkillenip bütün ceplerime ellerini soktular. tabi bişey çıkmadı. bu benim için yeni bir çağın başlangıcıydı. zira bundan önce babyface'ime bakan tüm polisler hadi geç geç işareti yaparken bugün ilk defa durduruldum. düşünün artık ben büyüdüm demek için bunu bekleyen bi insanmışım. öyle katil polis üniversiteden defol diilmişim sadece yani. son.

ikiekmekbirmaltepe, cevap ver kimsin?

10 Şubat 2011 Perşembe

9 Şubat 2011 Çarşamba

beyleeeeeeer!!!!


Canlı Para - Caner ve Hakan ve daha neler neler
Yükleyen sezyum. - En harika videolar burada

Sezyumda gördüm, gerçekten çok özlemişim. Biraz kilo almış ama hayran olduğumuz kişiliğinden kesinlikle ödün vermemiş.

aman adanalım



beyler Adana'da belediye otobüslerini sarışın kadınlar kullanıyor,sabah niyetine.Sokaklar kebap kokuyor,insanlar kahvaltıda ciğer götürüyor.Dönerler sabah 7'de pişmiş biçimde yarım ekmekleri bekliyor.

Wikileaks 5



Sucsuzum hakim bey. Tek sucum TV izleyip salonda oturmak. Komplo kurdular resmen. Adam geldi birakti mali kacti gitti. Herkes sakin olsun. Sonra geri donup sucu ustlendi. Az kalsin ucaga koyup geri gonderiyorlardi.

4 Şubat 2011 Cuma

işe yaramazlığından cebine kalan, içtiğin veresiye biraların adisyonu olur günün birinde...
-ertesi gün yenileri eklenmek üzere-

3 Şubat 2011 Perşembe

Zoetebier.


zoetebier bizim için bir kaleciden fazlasıydı. yazları yerinde duramayan oradan buraya koşturup duran gençlerdik. burgaza gitmiştim. körü alıp güneye inmek, bira göbeklerimizi ege kıyılarına sürüklemekti amacım. zor da olsa ailesini ikna etmiştik. aslında bence izin vereceklerdi de biz mi tribe girmiştik, neyse. çandarlıya sabahın erken saatlerinde vardık. bizi autumn karşıladı. serdar orada değildi. üç genç adamdık. çandarlının altını üstüne getirecektik. ilk gün biraz sarsıldık. anlaşılan o ki çandarlı merkezden, kumsaldan girmemiz gerekiyordu denize. nedenleri bende saklı. güzel bir mekan bulduk. biralarımızı içiyor, iyice sıcaklayınca denize atıyorduk kendimizi. her şey güzeldi. liseyi bitirmiştik. aranıyorduk. macera ve işkembe çorbası peşindeydik. anlarsınız ya.

zoetebier bizim için bir kaleciden fazlasıydı. korkuyla irkildi genç adam. gözleri faltaşı gibi açılmıştı. korkuyu gözlerinden okuyabiliyorduk. sırtından çıkardığını bir kibrit kutusuna koydu. eve çıktık. aynadan sırtına baktı. bişey vardı, tanımlayamadığımız bir şey. nedir ne diildir derken kendimizi sağlık ocağında bulduk. gerginlik artıyordu. bazı arkadaşlarımız sırıtmaya başlamıştı. ama tamamen gerginliktendi. yoksa aramızda bir kişinin kırım kongo kanamalı ateşi olacağına dair korkusu bizi güldüremez, sadece sinirlerimizi bozabilirdi. ve bunu başarmıştı.

gün bitiminde genç adamlar eve yürüdüler. aralarında bazıları hala sırıtıyordu.

31 Ocak 2011 Pazartesi

Tutunamadık-2



Sınavdan bir gün önceydi. Son kızılderilinin facebookta fotoğrafıma yaptığı yoruma bakıp düşünüyordum. O anda karar verdim. Burama kadar gelmişti artık. Yeter Fatih dedim kendi kendime. Yeter bir sınav için bu kadar stres sıkıntı yaptığın. Akademiye lanet okudum. Ama bir bok olmadı. Ertesi gün gidip sınavda çocuğu koydum. Tıpkı bugün cheeseburger yemeyeceğim deyip her gün yediğim gibi... Tıpkı bugün spora gideceğim deyip hiç bir gün spora gitmediğim gibi... Tıpkı bugün düzenli çalışıp sınav zamanı yatacağım deyip sınav zamanı eşekler kadar çalıştığım gibi... Tıpkı bloğa düzenli yazı yazacağım deyip yazmadığım gibi. Tıpkı her Allahın günü bugün o kızla tanışacağım deyip her Allahın günü o kızla tanışmadığım gibi... Tıpkı bugün tutunamayanları bitireceğim deyip her seferinde Allahın belası 15. bölümde takılmam gibi... Tıpkı odamı bundan sonra her gün düzenli tutacağım deyip hiç bir gün düzenli tutmamam gibi... Tıpkı her gün başkası olmaya çalışıp günün sonunda kendim olduğumu anlamam gibi...

Günün sonunda, yapabildiklerimiz kadar adamız, sanırsam. Tıpkı kendimizi kandırabildigimiz kadar mutlu olduğumuz [1] gibi... Ama ben hayal gücümün sınırları kadar adam olmak istiyorum.

Artık her hafta bir midtermüm var. Salı günü 50 yaşında bir teyze ve diğer iki amerikalı kardeşimle kök hücre sunumu yapacağım. Teyze 50 yaşında yanlış duymadınız. Calculus sınavı varmış yarın. Hayal gücü hepimizden geniş sanırsam.
Fotoğraf şu anda kaldığım odaya ait. Ben çektim. f 5.6 iso 400 1/40 - Bol ışıklı günler.

Referanslar:
[1]-Ozan Baştürk adlı şahsın Facebook statüsü. 30 Ocak 2011 günü erişim yapılmıştır.

Notlar: Abi şahıs felan yakışmamış biliyorum ama akademi insanı insan yerine koymadığı için mecbur formal yazdım. Plagirism hiç sevmem.
Fotoğraf ile ilgili değerler tamamen uydurmadır. Geyik amaçlı yazılmıştır.

24 Ocak 2011 Pazartesi

Hep beraber üçlü! Hep beraber!


...izel-çelik-ercan...mazhar-fuat-özkan...okan-emre-suat...cenk-zafer-altan...at-avrat-silah ... ...kadın-alkol-uyuşturucu ... athos-phortos-aramis ... 90-60-90 ... berlusconi-putin-tayyip ...

Bu üçlünün yanında hiç birinin adı geçmez..

18 Ocak 2011 Salı

Tutunamadık


"Bir kere... bir kere dedim ki bir şans ver dedim... hayır dedi..."
Bu hafta Behzat Ç. izleyenler anlamışlardır. Bunlar Harun reisin haykırışları. Hangimiz haykırmadı ki zamanında Harun gibi. Belki münir ve kolat... onlarında karizması yeter zaten.
Hayat aynı buralarda. Değişen bir şey yok. Akademiyle uğraşmaya devam. Staj arıyorum vs...
Fotoğraf makinesi aldım kendime. Hemide DSLR. Amacım sümüklü çocuklar ve yüzü kırış kırış olmuş nineler bulup çekmekti. Burda onlardan pek yokmuş. Sokak çocuğu da bulamadım. Artık Türkiye'ye dönünce çekeceğim. Çektiğim fotoğrafları da kız arkadaşlarıma gösterip prim yapacağım.

Maalesef tutunamadık abiler. O zaman herkese kucak dolusu sevgi benden...

14 Ocak 2011 Cuma

susuz yaz -1


Yaşları 10 ila 12 arasında 4-5 erkek çocuğuyduk.Her yaz bir araya gelip çeşitli ticari ve sosyal faaliyetlerde bulunurduk.Çoğumuzun saçları kısaydı.Yazın hem terlemeyelim hem de pislik olmasın mantığıyla yapılan alabros traşlar aşk hayatımıza ve karılı kızlı ortamlara girmemize hep engel olmuştu.Tayfada reis,patron gibi bir kimse yoktu, herkes yeri geldiğinde birbirini dövebiliyordu.Çoğulcu demokrasi hakimdi.Zaten yapılacak şeyler belli olduğu için çok da tartışma çıkmıyordu kararlar alınırken.Sabahtan akşama top oynuyor, güreş ediyor,uçurtma uçuruyorduk.En büyük aktivitemiz; cuma namazı için diğer köye kalkan minibüslere binmek ve farzı kıldıktan sonra başka bir köyün tozlu yollarında güreşmek, sebillere ağzımızı dayayarak kana kana su içmekti.Cami gelişmişlik demekti ve adamlar ciddi gelişmişti.
O yaz ilk ciddi ticari faaliyetimiz olan bira şişesi toplayacılığına giriştik.Geceleri deliler gibi dolaşıyor abiler, ablalar nerde demleniyor kesiyorduk.Sabah çıkıp sermayeyi topluyorduk.Bir kısmımız içerde bakkalla çetin pazarlıklar yaparken diğerleri 'memo' marka dondurma aşırıyordu.O gece ilk ciddi kararımızı aldık oybirliğiyle ; çalmayacaktık.Hocanın o haftaki vaazıda etkiliydi bu kararda.Bütün kazandığımızı çekirdek ve kolaya yatırıyor, geleceğimiz ve hatunlar üzerine hiç konuşmuyorduk.Zaten kitap okuyan ve müzik dinleyen lavuklar etrafta uzun saçlarıyla gezdikçe, biz top oynayan kısa ve biçimsiz saçlıların pek bir şansı yoktu.
Bir gece kumsalda ateş yakılmış gençler gitar çalıp söylüyor, orta yaşlı abiler çocuklarıyla ateş başında takılıyordu.Bizde arkada bir yandan çekirdek çitliyor bir yandan da biraların yüzde kaçının şişe olduğunu hesaplamaya çalışıyorduk.En nefret ettiğimiz insan bira şişesini kıran ve kutu bira içen insandı o yıllarda.Ateş yüzünü aydınlatmıştı, babasının dizinde eğlendiğini sanan kemik gözlüklü kızın.Aşık olmuştum.Kemik gözlükleriyle 9 yaşımdan beri kurduğum sekreter fantazisi için biçilmiş kaftandı.Peynir gibiydi mübarek.Gece çekirdeğinde kimseye bahsetmedim aşık olduğumdan ve aşık olduğum anlaşılmasın diye neşeli bir tavır takındım, el şakaları yaptım.Tayfadan başka biride aşık olmuşmudur acaba diye kıllandım bütün gece.
Şişe pazarı artık bizi doyurmuyor,işleri büyütmemiz gerekiyordu.Kemik gözlüklü bir kıza aşıktım ve saçlarım gerçekten çok biçimsizdi.O gün ilk ciddi kişisel kararımı aldım; saçlarımı bir daha ki sefere şekilli kestirecektim

fikir


Uzundur estetik üzerine düşünüyorum. Slovenyadaydım, kaldırıma oturmuş, bir grubu dinliyordum. Bu kız da oradaydı, dakikalarca izledim. Dünyasına girmeye çalıştım, kapıyı aralamadı bile.

10 Ocak 2011 Pazartesi

tozlu raflar2

msn yaşam


Kariyeri, ailesi ve tanrı sevgisinin kafasını fazla kurcalaması yüzünden uykusuz geceler geçiren Justin Bieber, gerçek bir deli olduğunu öne sürdü.

Kafasının normal insanlardan farklı çalıştığını ancak bunun iyi bir müzisyen olmanın gerekliliği olduğunu düşünen 16 yaşındaki Justin, Vanity Fair şubat sayısına kapak oldu. Dergiye verdiği röportajda, 'Hasta olsam bile yatamam, çalışmalıyım. Çok sinirli olsam bile yüzüme daima bir gülümseme yapıştırmak zorundayım. Kariyerim için kendimden ve özel hayatımdan feragat etmek zorundayım. 'dedi.

Justin şu günlerde genç yıldız Selena ile birlikte anılıyor.

1 Ocak 2011 Cumartesi

WikiLeaks3

2010'un son 72 saati

günlük tarzı yazılarıma bi ara vermiştim, blog biraz daha güzel oldu. hemen geri döneyim. (farketmeden çok uzun yazmışım.)

çarşamba akşamı tb'de dersim var. bir de ne göreyim. merdivenlere caz korosu dizilmiş, acapella gibi bişeyler yapıyorlar. diğer merdivenlere de başka insalar dizilmiş, aşağı sarkmak suretiyle koroyu izliyor, dinliyorlar. hemen aralarına katıldım. neşelenmedim desem ayıp olur. tebrik ederim. sonrasında ne olup ne bitiyor diye aşağı indiğimde bir de ne göreyim. ne göreyim. bölümümüzün kokteyli varmış. hocalar ve asistanlar ellerinde şarapları, viskileri takılıyorlar. çerezler, merezler derken ardından serdar altok elinde pizzalarla girmez mi içeri? dedim hocam bak kadıköy anadolulusun, öpücem. ben viskiyi görmediğim için direk şaraba hücum ettim tabi. özgür ve alkol sorunu diye ayrı bir yazı yazıcam. olm daha ilk yudumda insan kızarmaya başlar mı yahu. keşke ilk bardaktan sonra devam etmeseydin dediğinizi de duyar gibiyim sevgili okurlar. ama yok. üstelik sonra derse de elimde şarapla girmeme gerek var mıydı onu da sizin takdirinize bırakıyorum. en son kyriakiye "tamam da bu dionyssos'un festivali bunlar niye athena'ya dua ediyolar" diye sorduğumu hatırlıyorum. ders çıkışında kütüphaneye gittiğimde suratımdaki kızarıklık arkadaşların dikkatini çekmiştir. tabi bu kadar alkolün ardından geceyi bir erkekle yatarak geçirmiş olmam sizleri şaşırtmayacaktır. münirin evinde kaldım gece, yer yok abi ne yapalım, yatak da bi buçuk kişilik olduğu için ben buçukluk yeri kaptım. hayır savunma yapmak zorunda mıyım kardeşim alla alla?

perşembe günü dönemi bitirdik akademinin izniyle. bildiğiniz gibi after midterm partylerden, after finals partylerden vazgeçmeyen bi tayfa olduğumuz için bunu guitar hero oynayarak kutladık. çoğumuzun ilk seferiydi. benim dışımda herkes gayet rahat alıştı, eğlendi, çaldı, söyledi. olmuyor abi, ben de müzik yok. ritm yok bende. anlamıyorum, üstelik adli tıp raporunca kanıtlanmış bir şekilde sanatçı kulağına sahip bir insan olmama rağmen. aynen bunu dedi adam. yoo senin kulaklarında sorun yok, sanatçı kulağı var sende. ama yok arkadaş. bu sadece otobüste arkamda konuşan insanların söylediklerini duymama sebep oluyor. sonrasında da insanlara kızıyorum, niye bu kadar yüksek sesle konuşuyorlar diyerek. çünkü bildiğiniz gibi batılı bi insanım. onu da anlamıyorum aslında, hepimizin bildiği gibi toplu taşıma araçlarında "yabancı yüksek sesi" diye tabir ettiğimiz bir olay var. bunlar kendi ülkelerinde böyle değillerdi sanki. neyse, bunlar hep böyle yüksek sesle konuşuyorlar, ben şimdi batılı da olamıyorum. of kimlik bunalımı =( nereden nereye geldik sevgili okur. guitar heroda münirin ciddiyeti gerçekten alkışlanacak nitelikteydi. akşam da halı saha vardı, ben zannediyorum ki hepimiz eve gidicez eşyaları alıcaz halı sahaya geçicez. meğer bi tek benim eşyalarım yanımda değilmiş. eve gittim onları aldım geldim ve halı sahada farklı bi maç oldu.

cuma günü de hayvan gibi uyumuşum afedersiniz. 500A ile geçtim karşıya. fatih tuncer'le beraber bindik otobüse. nasıl bi tesadüfse artık. çok büyük bi hata yaptım ve erasmus'a gideceğimi söyledim. ja das is götland diyip duruyor. kadıköyde ayrıldık, sakaryaya gidecekmiş. neyse, geleneklerini kaybetmemiş bir aile olduğumuz için yılbaşı hediyeleri alıyoruz birbirimize. kadıköyde bu işleri hallettim. bahoya giderken ilay çokyiğit'i gördüm. selam verdim. beni tanımadı. beremi çıkarmak zorunda kaldım. beraber sessizce bahoya çıktık. ben oturmadım. orta kahve 2007-2008 sezonu konseptine geri dönmüş. bol sigara dumanı. seco saat 3 gibi votkaya başlamıştı. bilmiyorum o gece nasıl bitti. ayrıca orta kahvenin oradaki tek büfede tanınıyor olmak 2010un son saatlerinde beni gerçekten tarifsiz bir mutluluğa iteledi. yılda 3 kere gittiğim bir yerin bana hürmet gösteriyor olması çok saçma diil mi? geçen sefer espri yapıyolar falan zannetmiştim. kasadaki sarışın adam bildiğin hal hatır sordu, işe mi başladın sen dedi. dönerin başındaki abi de selam kardeş falan dedi. noluyor dedim. evime geldim. 4 el tombala oynadık, 5 liramı 6 lira yaparak kara geçtim. ayrıca bu sabah itibariyle bi jack daniels ve bi küçük rakıya el koydum. ve de şu an hasta değilim. bu yüzden isteyenlere kebap ısmarlayabilirim. bunca yıl sonra yeni yıla annelerle girmek, garip olduğu kadar güzel de geldi, beraberinde ise erken yatmayı getirdi. tabi erken yatınca erken kalktım. yeteri kadar alkol almış olmama rağmen işte 8.30da ayaktayım ve can sıkıntısından sizlere hitap ediyorum birbirinden değerli okurlarım. elimde muz, tvde vh1, aklımda 400 gram salam var. hepinize iyi seneler dilerim. (can çakırı kim üzdüyse hesap versin.)

not1: yalnız bişey diyim mi. lukelayk.
not2: muhteşem yüzyıl diye bi dizi varmış. tutmaz o dizi.