26 Haziran 2011 Pazar

Kanka ben çok fena düştüm yeea

5. sınıftaydık. Bisiklet yarışı vardı. Sarıgerme yolunu kapatacaklardı o gün bizim için. Gittim vitesli bisiklet klasmanında kaydımı oldum. O hafta tek gündemimiz bisiklet yarışıydı. Muhabbet dönüp dolaşıp "Olm sonuncu olursak rezil oluruz"a geliyordu. Ben de her seferinde 5. sınıfın verdiği o olgunlukla saçmalamamaları gerektiğini, hiçbirimizin sonuncu olmayacağını dile getiriyordum. Yarış günü 9 numaralı Türkiye formamı ve şortumu giydim, yola koyuldum.

Yarıştan sonra babamı aradım, 17. oldum baba dedim. Sevindi adam İstanbul'dan. Nereden bilebilirdi ki yarışta 17 kişi olduğunu?



Bisikletlerimizi kamyonlara yükleyip, bizleri minibüse bindirdiler. Start çizgisine geldik. Start verildi, ailelerimize, arkadaşlarımıza, sevdiğimiz kızlara doğru başladık pedal çevirmeye. İyi de başladım, ilk 100 metrede birinciliği, ikinciliği, üçüncülüğü gördüm sırayla. Sonraki metrelerde dördüncülüğü, beşinciliği, altıncılığı, yedinciliği, sekizinciliği ve dokuzunculuğu gördüm. Bir şeyler yanlış gidiyordu. Onuncu oldum sonra, onbirinci oldum, onikinci oldum. Artık vücudumun her yerinden akan terlerle beraber, ingilizlerin humiliation dediği duyguyu hissediyordum. Onüçüncü olduğumda artık hissizleşmiştim. Ondördüncü oldum, onbeşinci oldum, onaltıncı oldum. Arkamda tek bir kişi kalmıştı, o da beni geçti. Onyedinci oldum. Giderek farkı da açıyorlardı. En sonunda 100-150 metrelik bir fark yedim. Yarışın bitmesine de 500 metre kadar kalmıştı. Arkamdan sağlık minibüsü geliyordu. Mikrofonu açtı ve bağırmaya başladı. "Hadi Hakan Şükür, Hadi Hakan Şükür.". Artık tek istediğim evde, yatağımda olmaktı. Ya da dönüp denize doğru sürecektim bisikleti. Yapmadım. Finişe yaklaşıyordum. İnsanları seçebilmeye başlamıştım. Herkes mutlu, takılıyordu. Ama finiş çizgisinde bekleyen bir grup vardı: "Les Annemler.".

Oğlunun yarışa katılmasının bile büyük bir gurur olduğuna inandığı için,annem arkadaşları ve onların çocuklarını da yanlarına almış, bir tribün lideri edasıyla onları yöneterek ismimin bütün yarış alanında yankılanmasına sebep oluyordu. Utanç daha da artıyordu. Tamam sonuncu olduk da herkes adımı bilmeseydi diyordum. İstemeden yavaşladım. Şaşkındım. Tanımamazlıktan gelemezdim. Çünkü bana bakıp tezahürat yapıyorlardı. Öözgüür, Öözgüür, Öözgüür. Bütün Dalaman'a rezil olmuştum. Olsundu. Ben o yarıştan iki şey öğrendim:
1. Bisikletin vitesliyse, o vitesleri kullan. İşe yarıyorlar.
2. Sonuncu da olabilirsin. Büyük konuşma.




Ha bu hikaye nereden geldi? River Plate düştü düşecek bu akşam, Monaco düştü, Deportivo düştü. Galatasaray da düşebilirdi ligden. Şaşırmazdım ben. Aynı şekilde desteklerdim. Tüm Nottingham Forest taraftarlarına selam olsun.

24 Haziran 2011 Cuma

Şampiyon Cimbombomum Ne İstersen İste Bizden


küçük lüksler insanı mutlu ediyor. kimileri elma suyunun en kaliteli olmasını istiyor, kimisi taksiden vazgeçemiyor. şu an kartaldayım. yine herkes uyudu. evimiz adalara bakıyor. yanlış koltuk tercihim yüzünden ben onlara bakamıyorum. blog yazarlarının yüzde 75i yurtdışında. yüzümü batıya dönüyorum. bekliyorum.

küçük lüksler insanı mutlu ediyor. kartaldan çıkarken 16d beklemiyorum. dolmuşa biniyorum. lise sonda da tek lüksüm buydu. 3.30 falandı o zaman. 5.75 oldu fiyatı. biraz koyuyor. 6 tane 1 lira veriyorum, 25 kuruş geri veriyor. bi tane kadıköy diyorum tabii. bu seferkinde çok şaşırdım. dolmuşçu elvis presley dinliyordu. kendime güvenimi kaybettiğim her zaman yaptığım gibi müzik zevkim üzerine düşündüm ve avazavazı takip etmeye karar verdim. yine her zaman yaptığım gibi yalan etmedim. bu gece subscribe dedim. erik yedim. eriğe tuz dökmüyorum, çileğe de pudra şekeri. korkuyorum. baklavayla x-teen'lerin sonunda tanıştım. geriden geliyorum. allahtan air var.

pozisyonu hayal et. elden ele paralar uzanıyor. parayı şoföre sen vereceksin. parayı uzatıyorsun. bekliyosun. farketmiyor. kaptan/abi/şoför amca/usta alır mısın diyorsun. arkaya bakıyor, paraya uzanıyor. anlıyorsun ki adam, şoför olmuş ama kaptan olamamış. o adama inerken "kolay gelsin kaptan" de. mutlu olacaktır.

gayret salonundan 3 yıldır bakmış olduğumuz duvara yazı yazıcam yakında. belki körden rica ederim. büyük harflerle: NEREDEN BİLEBİLİRSİN Kİ?

Ubuntu. Sevgiler.

3 Haziran 2011 Cuma

ivan ergiç


Bilinmesi gereken bir adam geçti Bursa'dan, gözlerimizin önündeydi dev gibi... "Kazım Koyuncu" dedi, en sevdiği Türk sanatçıyı sorunca... Kanserden öldüğünü biliyordu ve hayat hikâyesini çok acıklı buluyordu. Ve "Nazım" deyince susuyordu her seferinde... Ülkenin iç-dış politikaları, siyasi partiler, dünyadaki dini akımlar sohbetlerin genelini oluşturuyordu. Barış Manço'yu merak ediyordu, Livaneli’yi... Biliyordu da… Bulvarda kırmızı ışıkta durmuş beklerken "Deniz'i sever mi Türkiye?" deyiverdi... İdamlardan bahsettik... Sustuk... Üniversite yıllarımda yapmadığımız tartışmaları heyecanla sürdürüyorduk bir araya geldiğimizde. Osmanlı İmparatorluğu'nun kronolojisini de iyi biliyordu, Atatürk devrimlerini de... Kılık kıyafet konusunda kabul edelim ki özensizdi. Ve kimse bilmezdi; "kermes"lerden giyinirdi. "Bir çocuğun Bursa'da Manchester United'ı izlemesinden daha önemli bir şey olamaz" demişti. Cebinden yaklaşık 20 bin TL verip okullara bilet dağıttırdı. Çocuklar da bilmiyorlardı kim olduğunu. Meraklı bir baba uğraşınca, ismine ulaştı ve medyada haber oldu. Çok kızmıştı. "Olsun be yaa..." demiştik, o diyemedi bir türlü. Daha bilinmeyen pek çok hayır işine imza attı. Gizlilik esastı... Bütün dinleri olduğu gibi İslam'ı da araştırdı. İki ayda, derdini Türkçe anlatmaya başladı. 4 dil biliyordu. Türkçe 5. oldu. Kuru fasulye en sevdiği yemekti. Özel olarak yapardı Ramazan Usta. Künefeyi de çok beğendi. Bir de "fasulye" şarkısını. Galibiyet kutlamalarında ortaya atlardı hemen. Ertuğrul Sağlam'ı çok sevdi bir de... Saydı... Hoca gibi, ağabey gibi, dost gibi... Genç futbolcular her otomobil değiştirdiklerinde yanlarına gidip "off süper araba kaç yapıyor?" diyerek dalgasını geçiyordu. Kendisi için önemsizdi çünkü... Evet, kesinlikle çok komikti. Hemen hemen herkesin taklidini yapabiliyordu. Uzak durdu medyadan. Karaburun'daki konferansa spor emekçileri sendikasının davetlisi olarak giderken çok heyecanlıydı. Uyardık ama, "burası Türkiye siyasete çok girme" gülümsedi sadece "merak etmeyin" derken... "Filozof değilim" diyordu. Sırt çantasında en az 7-8 kitapla geziyordu. Kiralık evi olmasına rağmen tesislerde kalıyordu. Ya okuyordu, ya uyuyordu... Ve kafa dengi arkadaş bulunca anlatıyordu; "İtalya’da futbol büyük ve çirkin bir organizasyon. Futbolun ruhu kayboluyor. Neden hakemler gol sevinçlerinde formayı çıkartmaya sarı kart gösteriyor? Forma reklamı görülmüyor diye. Para futbolun dengesini bozuyor..." Duygusaldı... Cem Karaca'nın "Tamirci Çırağı"nı dinlerken gözleri dolmuştu... Çok iyi bir ailesi vardı. Menajeri olmadı hiç... Babası ilgilendi transferleriyle. Her şeyi bırakıp bir anda Avustralya'ya dönebileceğini söylerdi her seferinde... Kırmızı kart görmedi hiç... Hem de hiç kimseden... Bursa'yı çok sevdi... Bursalılar'ı çok sevdi... Pazartesi Bursa'dan ayrıldı, Salı günü şampiyonluk kutlamalarında Basel'de omuzlara alındı... Teşekkürler İvani... Futbolun için... Adamlığın için... Dostluğun için... Kazım Koyuncu'ydu en sevdiği şarkıcı. "İşte Gidiyorum" ile bitsin bu yazı... ...İşte gidiyorum. Bir şey demeden. Arkamı dönmeden, şikayet etmeden. Hiçbir şey almadan. Bir şey vermeden. Yol ayrılmış, görmeden gidiyorum. Ne küslük var ne pişmanlık kalbimde. Yürüyorum sanki senin yanında. Sesin uzaklaşır her bir adımda. Ayak izim kalmadan gidiyorum. Gerdiğin tel kalbimde kırılmadı. Gönül kuşu şarkıdan yorulmadı. Bana kimse sen gibi sarılmadı. Işığımız sönmeden gidiyorum... Not: Bu satırları yazdığımı duyunca bana da kızacak biliyorum. Yazdıklarımın büyük bölümünü Bursaspor TV'de birkaç gün içinde yayınlanacak "Nereden Nereye- Ergic" röportajında izleyeceksiniz zaten. Yazmasam olmazdı. Burak Uçar / Bursaspor TV Genel Müdür Yardımcısı