10 Aralık 2013 Salı

prezo

    Tam 8 aydır bir markette kasiyer olarak çalışıyorum. Satış görevlisi de diyor bazıları. Tam 3 aydır aşığım. Müşteri de diyor bazıları ona. Hafta içi 3 gün markete gelir. Bazen 3-5 küçük şey, bazen de yüklüce alışverişler yapar. En sevdiğim zamanlar yüklü alışveriş zamanları. Ağzına kadar dolu bir alışveriş sepetiyle kasanın önüne gelir. En azından 10 dakika karşımda durur.Küçük bakışmalar.Sepettekileri banda koyar, bende geçiririm.Yüz yirmi iki lira elli kuruş.
    Ama bunların hepsi geride kaldı. Artık o markete çalışmıyorum ve buralardan dönmemek üzere gitmek istiyorum. Bir şey söylemeden çıktım ve bir daha gitmedim o markete, gerçeği bilmiyorlar. Ben gerçeği söyleyeyim eğer kredi kartı kendininse adı Deniz. Geçenlerde kısa bir alışveriş için geldi ve bir kaç şey aldı. Bütün ürünleri geçirdiğim de biraz duraksadı ve arkamdaki kilitli dolaptan prezervatif istedi. Gözlerinin içine baktım. Yutkundum. Elim anahtara gitmedi bir an. Belki vazgeçer sandım duraklayınca. Olmadı, bekledi karşımda çekinmeden. Ne diyebilirdim de vazgeçirebilirdim onu.Böyle bir söz var mıydı acaba dünyada.Keşke biraz kitap okusaydım,biraz film izleseydim belki birileri çözmüştür bu durumu daha önce.Anahtarı elime aldım kilide uzattım.Elim hafif titredi.Hiç hatırlamıyorum markasını, çeşidini herhangi bir prezervatife uzandım.O değil dedi bir yanındaki.Tercihi de çok netti.Bir yanındakini aldım kasadan geçirdim.Yirmi iki lira seksen kuruş.Karttan geçirdim fişi verirken istifa mektubumu düşünüyordum.Kimin o prezervatifi sikine geçirip onun üstüne çıkacağını hayal etmemek için hemen başka şeyler kurmaya başladım.İstifa mektubu yazdım, Almanya’ya kuzenlerin yanına gittim,cumartesi gecesi barda bir kızla tanıştım,milli piyango bana çıktı…

    O gün izin isteyerek erken çıktım marketten. Hayallerim bitmişti. Daha önce pek hayal kurmamışım sanırım, hemen bittiler. Sıra o prezervatifi takacak kıllı, iğrenç adama gelmişti.Kirli sakallıydı,rahatsız etmeyecek hafif bir göbeği vardı, bir kafenin ortağıydı ve başka projeleri de vardı.Zorba Yaşar’ın meyhaneye girdim, içtikçe adamın yüzü kafamda daha da netleşiyordu.Hiç tanımadığım bir adamı tanımaya başlamıştım.Yine çok rahatsız etmeyecek bir serseriliği vardı.Gençliğinde seyyarda film satmış,pazarcılık yapmış,garsonluk yapmış ve en sonunda bir kafeye ortak olmuştu.34 yaşındaydı.Yüzündeki çizgiler, sakallarını bastırıyordu yer yer.Zorba’nın meyhanedeki 13. günümdü.13 gündür işe gitmedim, herhalde kovmuşlardır.Son 2 gündür yazdırıyordum içtiklerimi.Maaş bitti.Muhtemelen prezervatif kutusu da bitmiştir.

11 Ekim 2013 Cuma

Bildiğin çöp poşeti.

Bildiğin çöp poşeti, battal boy.10 yaşında ölüm kokusu.Öyle metafor falan değil bildiğin ölüm kokusu,çöp yığını nasıl kokuyorsa benzer bir koku.Metan gazı çıksa yeri.Patlamalar beklenmeli.2 ay önce manitalarla çılgınca buz pateni yaptığın buz pisti full battal boy çöp poşetine geçirilmiş ceset dolu.Ne görüntü.Olaydan çok sonra anlıyor insan ne biçim bir şeymiş.O zamanlar eğlenceli, çadırda kalıyoruz çalılara işiyoruz tabii.17 Ağustos 99'dan iki hafta sonra.Gölcükten geçerken aldım ölümün kokusunu.Çöp kokusu gibi bir şey ama belli ölüm kokuyor.Sevdiğim bir kız vardı 4. sınıfta, o zamanlar cep telefonu falan hak getire ancak babamın araç telefonu teknoloji dediğimiz.Hatun öldü depremde diye yıllarca yas tuttum şerefsizim.Öldü de ben onun kokusunu kokluyorum gibisinden triplere girdim Gölcük'ten geçerken.Derde bak.Yüz binler ölmüş manitanın yasını tutuyorum.Yavşak insanoğlu işte. İlk facebook açtığımda anladım ki ölmemiş manita.Geçen evlendi.Hiç bir yerim cız etmedi.Zaten burnuda çok kötüymüş.Şimdiki aklım olsa takılmazmışım. Keşke şimdiki akıllarımız hep geçmişte olsa.
Alman ev arkadaşımın getirdiği jagermeister'i içerken 4. sınıftaki manitayı,99 yılını,10 yaşındaki halimi hatırlıyorum.Oğlum bilemezdim ben böyle olacağını.Bilemezdim.Nereden bileceksin ki.Kariyer planı lazım. Kariyerlerimizi planlayalım sonra da grup seks yapalım.Bu arada kaç zamandır tık yok.Olsun be çok da mühim değil.Gerçekten lan çokta mühim değil nedir yani!
Kerim ben gideceğim buralardan.
Nerden çıktı abi şimdi?
Yok be oğlum düşünüyordum bayadır, benim kuzenin yanına, o gittiydi ya 3-4 sene önce işini kurmuş,evini tutmuş, onun yanına,sonra sende gelirsin?
Yok be abi
Niye oğlum napıcan ki sanki burada?
Orada ne yapıcan be abi?....

İyi geceler.

4 Eylül 2013 Çarşamba

A student's guide to Hart House.

You're a U of T student, so you're already smart, but are you a leader? How are your debating skills? ...

Olm ben cok zekiyim. Ama lider olmaktansa yardimci oyuncu olmak kaderim. 5 yil boyunca ben "Batuhanlar"da yasadim. Kaderim dedigime bakmayin, secme sansim olsa yine bunu secerim. Yine Batuhanlar'da yasar, Munir'in arkadaslariyla arkadas olur, Avrupa'yi kör uzerinden okur, Istiklal'de Serdar'i takip ederim. Tanidigimiz kizlar Emrah'la bulussun, ben o gun Emrah'la bulusmus olayim, boylece sosyalleseyim isterim. Politik gorusumu Fatih Tuncer'in belirlemesi beni mutlu eder, Matematik Koyu'nde Ertugrul'un yancisi olmak hosuma gider. Esbaskanliktan hoslanmam. Baskanliktan nefret ederim. Dostlar nereye savurursa oraya giderim. Oyle ki Alp'i bir gunde siler, bir gunde barisirim. Gizem'den nefret eder, sonra koklasirim. Omurgasiz sanmayin beni dostlar, ben yardimci teknik direktorluge alisigim. Benim onurum siz ne derseniz o. Bugun Pervin Buldan'i Emine Ulker Tarhan'a tercih ediyorsam, bunun sorumlusu yine sizsiniz. Su oryantasyon sikinde herkes barbeku kuyrugunda sosyallesirken ben tek basima iceride iciyorsam, Caner abi "Hadi olm siraya girelim" demedigi icindir.

Ben simdi ne yapayim bundan sonra, bi soyleyin. Tek basima mi sosyalleseyim? La kimse gecenin bi yarisi arkadasini arayip "Kensington'dayim dayak yedim gel" diyerek arkadasinin arkadasligini test eder mi burada? Bu arada insiyatif alip buradan kardesimin uzerine gidilmemesi gerektigini soyliyim. Unite.! Benim tek inandigim politik gorus sizsiniz.

Olm butun dunya gerizekali. Ben simdi o kadar gerizekalinin arasindan daha az gerizekalilari nasil seceyim?

Galiba yapabilecegim tek sey hayatimin cok guzel bir bolumunun geride kaldigini kabullenmek ve onume bakmak. Bu saatten sonra gecmisimden umabilecegim tek sey bir gun Pinar'i yeniden opebilmek olur. O da sadece bir umut iste.

25 Ağustos 2013 Pazar

Zargolar peşimde!

   Hiçbir zaman yapmayacağımı düşündüğüm bir şey yaptım.Çaldım.2 bira.Küçük bir marketten.Anladı çakallar, koştu peşimden.Koşarken bağırdılar,çığlık attılar. Zargoların gelmesi an meselesiydi.Bu şehirde zargolar gerekli olduğunda gerçekten geliyorlardı.Arkamda market sahibinin çığlıkları ‘polizei’ ve yarısını anlayabildiğim küfürler.Bir elimde açılmış ve iki yudum içilmiş biram, diğer elimde hiç açılmamış olan biram.Çalıntı biralarım ve göt korkumla beraber terlerimi etrafa saçarak koşuyordum.Dar bir sokaktan içeri girdim, içimden buraya Toma’yla giremezler diye geçirdim.Ulan adamlar sanki adi bir hırsız için koca araçlar getirecekler. Muhtemelen polis arabasıyla önümü kesecekler ve hikaye bitecek. Market sahibinin çığlıkları yerini polis sirenlerine bıraktı. Sağımda bir apartman girişi gördüm, girişi geniş bir avluyu andırıyordu. Saklanmak için ideal bir mekana benziyordu.Ulan 2 bira için düştüğüm şu duruma, akıttığım şu tere bak. Avludan girdim içeri.Ortada bir boşluk ve etrafında birçok ev vardı. Sağ tarafımda kızlı,erkekli,köpekli bir grup bira içip muhabbet ediyorlardı.Sesli sesli gülüşmeleri beni gördüklerinde bıçak gibi kesildi.Beni görünce grubun reisi sandığım adam ne ayaksın gibilerinden bir el hareketi yaptı.Polisli cümleler kurdum reise.Telaşlandılar, hareketlendiler.Reisin yanındaki manita avlunun içinde bir şeyler bağırdı. Sarışın ve rastalı bir afet beni kolumdan kavradı ve apartmanın birine soktu.3 kat yukarı çıktık. Bir odaya soktu beni.İçeri de iki tane adam camda siper almıştı.Bizde diğer cama geçti afetle.Polisler sirenlerini dışarıda bırakıp yürüyerek avlunun girişinde göründüler.İlk polis göründüğü an bütün camlardan bira şişeleri yağmaya başladı.Polisler geri çekilerek anlayamadığım ama tehditkar cümleler savurdular avluya.O kadar çok bira şişesi atıldı ki eğer hepsini buradaki insanlar içtiyse, şehrin en iyi içicilerinin olduğu yerdeyim sanırım.Biraları çalmamamın üzerinden 7 dakika geçmişti.Çaldım,koştum,avluya girdim hayatımın kadınıyla tanıştım,şişe fırlattım.Savaş başladığı gibi bir anda bitti.Savaşın ardından sarışın rastalı saçları, bütün vücuduna yayılmış dövmeleri, yırtık mini şortuyla afet daha bir afetti şimdi.Diğer camdan şişe yağdıran iki lavuk afete yaklaştı ve sırayla ikisi de belinden kavrayıp dudaktan yapıştılar.OHA! Bende üçüncü olarak sıraya mı girsem diye bir an aklımdan geçti ancak fark yaratmak adına bunu yapmadım. Böylece gözüne girebilirdim belki,onlardan farklıyım ayağına. Camdan avluya bir kesik attım. Büyük bir toplantıya hazırlanıyordu avlu. Bizde avluya indik toplantıya dahil olduk.Reis çıkıp gür sesiyle bir şeyler söyledi beni göstererek. Arkamdakiler sırtıma vurdular eyvallah dercesine. Afette dokundu sırtıma sıcacık eliyle.Ama ne dokunmak.Ah keşke o odada bende sıraya girip konduraydım buseyi dudağına, kavrayaydım ince belini ellerimle.Ne olup bittiğini pek anlamasam da, onlara hiç benzemeyen kıyafetlerim ve saçlarımla aralarına kabul aldığımı anlayabiliyordum.Acaba benimde bir odam olacak mıydı burada ya da rastalı afetten çocuklarım.Bir oda gösterdiler uyumam için birde bira tutuşturdular elime.4 kişiyle paylaştığım sünger yatakta,elimde biram çocuklarımın avluda bisiklete bindiğini, sigaraya başladığını hayal ettim bir süre.Sarı rastalı afetimle şuan ayrı odalarda ayrı hayaller kursakta bir yolunu bulup, hayallerimizi birleştirecektim.Kızımız evlilik çağına geldiğinde karşısına çıkıp bizde dışarıya kız vermek yok, avludan biriyle evleneceksin diye çıkıştığımı düşündüm.Yeni bir hayata uyanma heyecanıyla sızdım.Kuzenimi ve boktan ailesini hiç özlemedim!

ellere vermem seni

http://fizy.com/song/tanju-okan-pinar-basi-burma-burma/3ijlve

26 Temmuz 2013 Cuma

Düş

   Sigara ve alkolle boğulma arzumun bir kaç nedeni vardı. En baskın olanı seçtim ona içtim. Ona üfledim dumanı. Halkalar yaptım sigara dumanından, ağzım amcık zerafetinde. Hayal kurmayı biliyordum. Hayallerim olduğu sürece ölmeyeceğimi de. Hep düştükten sonra ayağa kalkmaktı en erdemli olan. Bugün düştüğüm yerde, çamurlar içinde sigara yakmak istiyorum, çamurlu ellerimle. Yağmur suyuyla dolmuş çukuruma getirin bir sonraki içkimi. Annem makineye atmasın bir de kirlilerimi. Babama söylemeyin düştüğümü. Yüzü düşer sonra. Çekemem bir de onu. Daha dibe vurmak istiyorum, sonra ben söylerim ona. Kafam zonklasın bir hele. Sonra bakarız.Sonra. Düşerken ki adrenalin hiçbir şeyde yok valla. Boşluğa doğru, için de bir boşluk oluyor böyle. Gülümseme oluyor yüzünde. Ama o geçen gün çay içerken ki gülümsemelerimize benzemiyor bu.

''Başkalarıyla mutlu olan kadınlar, kendimi bana hep kötü hissettirmiştir.'' Bekleme Odası / 2003

24 Temmuz 2013 Çarşamba

" Bir Sarhoş Olmam Eksikti* "

Ben bu aralar çok duygulanıyorum. Bir o kadar da gururlanıyorum. Pek tabi içinde bulunduğumuz dönem ve yaşananlarla doğrudan ilişkili bu halet-i ruhiyem. Direnişin ilk günleriyle beraber yaşadıklarımızın yanında, sikik sosyal medya vasıtasıyla şahit olduğumuz olaylar, yaşanmışlıklar, ince duygulanmalara sebebiyet veriyor bende istemsiz. Ara ara gaz kokuları duyuyorum gaipten.
Niyetim direniş yazısı yazmak falan değil, tek meramım halim nicedir onu anlatmak.
İstanbul'a gelişim ve yatakhane-lise hayatımızla, daha doğrusu aileden ayrı bir hayat kurmaya başlayışımızla, anne ve babam tarafından çokça sitemle karşılanmıştır, arkadaşlarıma olan düşkünlüğüm. Yeşiltepe'nin nedenini hatırlamadığım bir tartışmada, "şimdi arkadaşım deyip koruduklarının hiçbiri yarın yanında olmayacak, her koyun kendi bacağından asılır." deyişine kontrolümü kaybederek çıkışım hep aklıma gelir bu hallerde. "Nooldu lan göt!" derim içimden.
O dönemde daha cüretli miydim bilmem ama, bu konuda götümün atmaya başlaması yakın dönemde oldu. Mezuniyetler, işler güçler, başka ülkelere taşınmalar, manitalar falan... Sonrasında evlilikler de olacak inşallah. Bunların hiç birine itirazım olmadığı gibi hepimiz için dilediğim şeyler. Ama bir yandan da bu bağlılığı anlamadan elimizden alacak şeyler gibi geliyor bana.
Demem odur ki kardeşlerim; sahip çıkalım elimizdekilere. Boşlamayalım, üzmeyelim birbirimizi. Hazırlıkta Emrah'ı tokatladıktan sonra Vasvi'nin küsmeyi yasaklaması hala geçerli benim için.
Son olarak şu on yıl için hepinize diyeceğim tek şey; Eyvallah.

*http://www.youtube.com/watch?v=fZ07O8D1Xkg

p.s: Şu iftarı konuşalım beyler geç olmadan.


8 Temmuz 2013 Pazartesi

Ne Bileyim Ben..

          Gunlerden bir pazar aksami. Fonda youtube'dan "Wonderful Chill Out Music Beach Lounge Mix by Tekiu" caliyor. IKEA dan ozenle secip aldigim kirmizi sallanan koltuguma oturup ayaklarimi ayakliga uzatiyorum. Ustume gunun yorgunlugu cokmus, agir agir goz kapaklarimi acip kapatiyorum. Yapilacak islerin derdi ve tasasi ile bulanmis beynim iyice buzusup kendini kapatip yok olmak icin olagan gucuyle cabaliyor. Icimden bir "heyt" cekip karanlik gucleri yilgina ugratiyorum ve kendi irademi onlarinden elinden aliyorum.

          Yeni yazimiz olmasada ismimiz hala duruyor "katkida" bulunanlarda. Belki arkadaslar kizacak bana iclerinden, belki de gitti unuttu denilecek ya da daha dogrusu geldi gormedi denilecek. Varsin denilsin. Geldik Mustafa Bulut'la tanistik. Gittik. Kalanlar hatamizi afeylesin. Zamansal, mekansal ve ailesel dertlerden dolayi gorusemedik bir cok insanla. "Gonullerimiz bir olsun yeter" gibi ucuz ve kuflenmis bir tabir bende kullanmak istemezdim bu durumda. Ama mecbur birakiyorlar.

         Akademinin usagi ve kolesi oldugum icin bu cemiyetin gerekliliklerini harfiyen yerine getiriyorum. Bilen bilir bu gereklilerden birisi de "kimlerden ve nelerden" oldugunu belli etmektir. Bunun da en kisa ve basit yontemi bir e-posta imzasi edinmektir. Izninizle sizlere yeni imzami sunuyorum:

Mehmet Keles
Frye Lab
HHMI at UCLA
https://www.ibp.ucla.edu/research/frye/mark_a.htm
tel: 831-419-7579

Lanet olasi Akademi. C'ya!

PS: Guncel fotoma linkten ulasabilirsiniz.

PS2: Ozgur ben kanadaya kesin gelecegim ama sen daha once LA'ye gel. (oh yeah LA!)

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Update 4

Bulaşıkçı olarak işe başlayalı 9 hafta olmuş. Öz'ü telaffuz edebildiklerini bu hafta keşfettim. O yüzden hala Oz'um. "As in the Wizard of Oz.". Bayat esprilere ehe yeah man diyerek sırıtıyorum. Bunun sebebi ya hayatımın en büyük gayesi olan herkes tarafından sevilmek ya da gerçekten hiç sikimde olmaması. Henüz anlayabilmiş değilim, anlamak için de özel bir çaba göstermiyorum. Öte yandan terfi ettim ve aşçı oldum. Ben istemedim, zorladılar. İki dürüm çekiyorum, veggie wrap ıspanaklı tortilla'ya, steak wrap domatesliye. Menülerimiz internette mevcut, isteyen gidip bakabilir. Cumartesi gecesi telaşında 15-20 dürüm yaptım. Cofcofu düşündüm. Cacık yerine tzatziki diyoruz. Bosna'dan göçmüş yarakkafa gelip bana yarakkafa diyor, sonra dönüp diğerlerine "I just called him a dickhead in Turkish" diyor, manasız bakıyorum. Order up! Chicken Tenders are ready. Sub Fries, Sub Sweet Fries. Bir tek arkadaşım Rebecca'ydı. Kaydını aldırdı, Meksika'ya gitti. Beni özleyecekmiş. 1 ay yok. Hayatımda sadece kendime sakladığım 4 tane falan anım olduğu için her şeyi anlatıyorum. Suratımda bir haz, ilgiyi üzerimde hissediyorum. I have this most amazing friend who is the seventh best bass player in the world diyorum. You have beautiful eyes, Oz. eheheeh. Oh you are so funny, Oz. eheheheeh. I will miss you so much, Oz. ehehehehe. Bir erkek için çok utanç verici bir durum o an seninle sevişmeye hazır bir kız varken reddedip aylar sonra bir cinsel isteklilik anında, belki yılbaşında, arsızca darlamak. Gel dedi Victoria Park'a gidelim bir bira ve bir caesar'dan sonra. Dedim yok, eve gidelim. Hoşlanamıyorum, ama hayatımın en büyük gayesi herkes tarafından sevilmek. Geceleri mesajlaş. Oh I wish you were here, Oz. ehehehehe. Hala her gece 4-5 gibi uyanıp Pınar bir şey yazmış diye bakıyorum. Arada yazıyor. Toronto'dan ev bakıyorum. Pınar'ın zevkine uyar mı diye düşünüyorum. Google'a bakıyorum. Tomris Uyar'la Turgut Uyar evliymiş. Sanırım ne annemin ne babamın ne de pınarın bildiği tek yer bu blog. Kesin söylemişimdir ama unutmuşlardır. You are the seventh best cook in the world, Oz. Inside joke, eh?. Geçen bisikletle gezdim baya bir gün. Çimmelik dere kenarı buldum. Sincaplarla çimerim artık, siğdiririm, çüğdürürüm. Geri dönmek istemiyorum.

2 Nisan 2013 Salı

Sebastian Pinto

Kısa kısa kafamdaki bazı soruları sizle paylaşmak istiyorum. Uzun yıllardır üzerinde düşündüğüm şeyler bunlar ve buradaki boş zamanımda baya kafa yordum. Cevap beklemiyorum çünkü ben ne zaman kesin bir cevap vermiş olsam en yakın zamanda kendimle çeliştim ve başa döndüm.

Futbolcu isimleri ve spikerler. Futbolcuların sırtlarına yazdırdıkları isimler ile spikerlerin o futbolcuları anarken kullandığı isimler neden farklı oluyor? Bunun günümüzdeki örneklerinden bir tanesi Sebastian Pinto. Adamın arkasında Seba yazıyor mesela ama spikerlerimiz Pinto diyor. Çok saçma değil mi abi? Adam kendi isteğiyle formasının arkasına Seba yazdırmış. Bu ne demek? Bana Seba diyin demek değil mi? Sen kendinde nasıl bir hak görüyorsun da adama Pinto diyorsun? Aynı şey Türk oyuncularda da oluyor. Mesela atıyorum Mehmet Yılmaz'ın arkasında M.Yilmaz yazıyorsa spiker onu hiçbir zaman Yılmaz diye okumaz, ona Mehmet der. Türk futbolcuların Türk liglerinde soyadlarını yazdırmalarına ben de karşıyım da adam oraya Yilmaz yazdırmışsa Yılmaz diyeceksin. Ne zaman buna hak vermeye çalışsam aklıma Onur Kolat gelir. Kolat profesyonel liglerde forma giyiyor olsaydı büyük ihtimalle arkasına Kolat yazdırırdı diye düşünüyorum. Doğru mu Samet? (Lousy espri). Ama ne yazdırırsa yazdırsın spikerler ona Onur derdi. Onur kırıcı bir davranış. Ya ben? Sanırım tam adı Bülent Can Özgür olan biri için bu soruyu kafaya takmak çok zor değil. Ben arkama Özgür yazdırsam bana Özgür diyecektiniz di mi spikerler? Neden? Çünkü şunu düşünecektiniz: "3 ismi var ve Özgür yazdırmış, demek ki Özgür olarak anılmak istiyor.". 3 adı olan yabancı futbolculara iyi bakın, sırtında yazanla spikerin telaffuz ettiğinin başka isimler olduğunu göreceksiniz.

İkramiye. Babanemler her hafta loto oynar, arada telefonla bizi arayıp numara yazdırırlar(dı). Kendimi bildim bileli her hafta ortalama 20 lira (günümüz parasiylo) lotoya giderdi. Doğal olarak her görüştüğümüzde paramız olsa ne yaparız konuşması yapardık. Alışkanlık oldu, tek başımayken de düşünmeye başladım. Ama her seferinde ilk yaptığım parayı çevremdekilere pay etmek oluyor. Önce çevremdeki herkesin parası olsun, sonra ben kendime bişeyler alırım diyorum. Ve mesela 50 milyon kazanacaksam başlıyorum paylaştırmaya. Annem 1 milyon, kardeşim 1 milyon, babam 1 milyon ........ Pınar 1 milyon, Ottoman 1 milyon, Msg 1 milyon, ..... . Sonunda bir bakıyorum para bitiyor. Sonra diyorum ki o kadar da değil, herkesten azıcık azıcık kesmeye başlıyorum. Bazılarını tamamen listeden kaldırıyorum vs. Kız arkadaşı olanların parasını birbuçuk katına çıkarıp kız arkadaşına hiç para vermiyorum mesela. En sonunda herkese ne kadar para versem optimum mutluluk sağlanır sorusuna cevap verir gibi olduğumda sıkılıyorum ve kendim para harcamamış oluyorum. İşte sevgili JT okurları, bu da bir başka problemim. Herkesi mutlu edecek şekilde parayı nasıl dağıtabilirim? Dayıma, yengeme ve kuzenime 1er milyon mu, yoksa tüm aileye 2 milyon mu mesela?

Görünmezlik ve zaman makinesi. Bunu düşünürken aklımda tek bir kelime var. Cisim. Görünmez olsan "cismin" olsun ister misin? Cismin olursa kapıları açabilir, güzel yemekler yiyebilir, istediğine dokunabilirsin mesela. Ama tehlikesi de var. Mesela sokakta yürürken insanlar senin içinden geçemeyecekleri için sana çarpacaklar, araba ezebilir mesela, bunun gibi bir sürü tehlike sayabilirim. Ama cismin olmayınca da sadece göz, kulak ve burun hislerini kullanabiliyorsun. Ve dokunma hissin olmadığı için çıldırabilirsin. Ama duvarlardan geçmek gibi yetenekler kazanıyorsun. Aynı problem zaman makinesi için de geçerli. 1000 yıl öncesine gittin, insanlar seni görebilsin mi? Zamanın akışını değiştirmek probleminden geçtim, nasıl uyum sağlayacaksın? Ama öbür türlü de ne zevki var diyebilirsin? Ne biliyim ben isterim bişeylere dokunabilmek. Zamanda geriye gittiğimde haksızlığa uğramış ve köy meydanında öldürülmek üzere pis adamlarca taciz edilerek sürüklenen genç bir kızı kurtaramayacaksam neden zamanda geriye gittim derim? Aynı şey hala oluyor bir şey yapıyor musun gerizekalı? Hayır tabii ki.

Bunlar hep konuşulsun. 

22 Mart 2013 Cuma

sakallı 2


   Tarlabaşı bulvarının üzerinde bir meyhaneye giderdik dertlerimiz biriktiğinde.Salaş ve köhne bir meyhane olsada arada kadın sesi de duyulurdu içeride.Dertli kadınlar.Dertli kadınların sesleri hep çatallı olurdu.Belki de bu çatallı sesler bizi o mekana bağlamıştı.Mezeleri kötüydü yoksa, ama rakısı iyi.Masaların üstünde yumuşak dokulu kahverengi bir örtü vardı.Bu yumuşak örtüye kolumu koymayı çok severdim.İlkokulda yıkamak için sırayla eve götürdüğümüz örtüleri anımsatıyordu.

   O gün meyhane biraz tenhaydı.İki tekli bir de ikili masa vardı.Teklilerden biri bira içiyordu diğerleri rakıya yumulmuştu.Rakı ve peynir söyledi sakallı.Sonra, 3 aydır hayatımızın merkezindeki Refik amcayı masaya yatırmaya başladık.Uzun zamandır adamın peşindeydik, ilk zamanlar bize keyifli gelen muhabbetleri artık başa dönmüştü.İkimizde çok sıkılmıştık.Evindeki her eşyayı tüm detayına kadar öğrenmiş, ömrü boyunca sevdiği bütün kadınları soy isimleriyle ezberlemiştik. Yakınıyorduk ancak ikimizde onu çok sevmiştik ve ilk kez birinin ölmesini istemiyor gibiydik.Yakınmalarımız bir çocuğun dedesine yakınması kadar masumdu.Masumiyetimizi bozan tek şey masadaki rakıydı. Meyhanenin yerel radyosunda bir Neşet Ertaş türküsü çalmaya başladı yakınmalarımızı bıçak gibi kesti.Dudaklarımız dondu. Ne zaman bir yerlerde Neşet Ertaş çalmaya başlasa dış seslerimiz kesilir, iç seslerimiz muhabbete devam ederdi. Şarkı bittiğinde sakallı adam doğruldu ve tuvalete yöneldi. İşemeye erken başladı..

12 Mart 2013 Salı

Alıntı

"Songül karlı bir gündü. Yani sıradan bir şubat günü. Belediyenin düzenlediği Afrika yemekleri etkinliğine gitmek üzere evden çıktım. Öğle yemeğini de böylece bedavaya getirecek, cebimdeki dolarları koruyacaktım. Cebimizde 9000 dolarla işsiz güçsüz yeni bir ülkeye gelmiş, ev tutmuş, döşemiştik. Ve ben bir buçuk yıl aradan sonra bu döşeli eve, annemin evine dönmüştüm. İşsiz güçsüzdüm. Demek ki dolarlarımı korumam gerekiyordu.

City Hall'a vardığımda etkinlik sona ermişti. Bu da beni germişti. Bir yandan toplanan masalar ve boş tabaklar ne kadar acıktığımı gözler önüne sermişti. Çıktım ve ilk gördüğüm pitacıya girdim. Pita Avrupa'da var mı bilmiyorum. Dürüm tadında bir şey ama daha şişmanca. Wrap ile pita arasındaki fark = dürüm ile serdar usta dürümü arasındaki fark. İçeride bir çalışan ve sipariş veren bir müşteri vardı. Çalışan şarkıcı Altay'a benziyordu. İçeri girdiğimi görünce "Hello my friend" dedi. Karizmamdan ödün vermeyip başımla "hey" diyerek selamladım.

Hey. Kendimi çok ezik hissediyordum. 3 hafta kimseyle görüşmediğiniz bir tatilinizi düşünün ve 3 hafta sonunda bir kez gördüğünüz ve bir daha görmeyeceğiniz bir adama karizmatik görünme çabası içinde olduğunuzu. What do you want in your pita my friend? dedi. Artık onun ellerindeydim. Yanlış hey cevabımla beni kazanmıştı, belki de my friend dediği içindir. Lettuce dedim and a little tomatoes and ranch sauce please. Seçtiğim menüye uygun olarak içine tavuk parçacıkları, karides ve avokado ekledi. En ucuzu buydu. Here you go, my friend.

Thanks dedim tüm mahçupluğumla. Arkamı dönüp masaya ilerliyordum ki dayanamadım geri döndüm.

-It's my third week in Canada and nobody called me "my friend" here, dedim. It just felt so good. Thank you for that.
-You better get used to it, my friend. Nobody will call you that here.
-Cevap niteliği taşımayan anlamsız sesler.

Yerime oturacakken "So, where are you from?" dedi. "That you are in Canada for 3 weeks.". Turkey. Aaa, that's nice. That's very nice. Herkes de aynı tepkiyi veriyor amına koyim. Oturdum. You? I'm from Turkey, too.

Özet. Türkiye'yi hiçbir zaman sevmedim. Kanada'ya geldim. İnsanları soğuktur dediler. Dedim ben zaten onu istiyom, ben onu istiyom. Adamın biri my friend dedi. Bildiğim her şeyi unuttum."

ÖZGÜRES(ozgures)

6 Şubat 2013 Çarşamba

sakallı


‘’Bir yıkım ancak başka bir yıkımın kapısını aralar.’’

    Kurduğum bütün hayallerin baş rolündeki kadının çekip gitmesiyle hayallerimin boka saplandığı günden tam bir hafta sonraydı. Taksimde bir birahane de 4. biramı yudumlarken karşımdaki sakallı adamın beni izlediğini fark ettim. İzlenildiğini bilen herkes gibi tavırlarıma çeki düzen vermeye başlamıştım. Genelde karşı cins tarafından izlenmek hoşuma giderken bu adamın beni izlemesi değişik duygular uyandırmıştı içimde. Sanki anlamaya çalışıyordu ne olup bittiğini. Saçları ortadan hafif açılmıştı, saçlarına nispet edercesine gür ve uzun sakalları vardı. Kaçamak olmayan bakışlar atıyordu. Biri fotoğrafını gösterip ‘sence bu adam kaç yaşında’, dese, otuzdan aşağı bir sayı söylemezdim. Onu fark etmemden korkmuyordu. Televizyona bakıyordum. Hiç hatırlamadığım bir maçta, hiç hatırlamadığım bir topçu gol attı. Bir kaç kişi sevindi.Sakallı adam bir çerez söyledi.İbne mi acaba diye geçirdim içimden bir ara.Hoşlanacağı bir tip olamazdım, dağınık saçlarım ve pislikten kokan sakallarımı düşününce.Ayağa kalktı.Çerezini ve birasını aldı.Görmezlikten geldim.Masama geldi.Şaşkın bir ifadeyle baktım gözlerine.Hiç sormadan oturdu karşıma.Çerezini masanın bana yakın bir yerine koydu ve ‘Ne oldu’ dedi. Tam olarak tanışıklığımız böyle başladı. ‘’Ne oldu?’’ 

29 Ocak 2013 Salı

parçalar

"ağbi çokça ağrılı bir şeye katlanmanın yolunu bildiğini var saydığım içindi. en azından üretirken sadece elinin titrediğini mide bulantından kurtulabileceğine inandığını sandığım için. ağbi kelam üzerine sohbet etmek zamanımızda kapanmak mümkün mü soru sorabilir miyiz bir insanın eli tutulabilir mi, merak ettiğim için. yaşımın kaç olduğunu, tok karnına şiir yazmanın, muazzam boyutlarda metal blokların içinde karargahlar kurmanın imkanını, korku listeleri çıkarmanın ya da onun hemen arefesi, doğmamış olanın güzelliği ağbi o zamansızlık hissini, hatta yıkımı birliktelik sanrısının da, bir yere vardığı düşünülen tüm yolların yıkımını da, bokumuzda bulduklarımızı elden ele, elden ele. baudelaire erdemle sarhoş olmak derken neyi kastediyordu, bir ağız dolusu küfretsek merhuma yaklaşır mıyız demek istemiştim ağbi. vallahi dokunmaya çalışmayacaktım, artık içim de almıyor, etrafıma bir toz bulutu tebelleş oldu. yine de bir oluştan diğerine, değil mi ki vicdana inanmak gibi, temaslardan söz etmek. ağbi içim çok sıkılıyor." ----------------------------------------------------------------------------------- "harcım olmayan bir bıçkınlığı arkamı korumak için omuzlarıma almışım. arkamdan biri kulağıma fısıldıyor eli götümde, halimi aşıp nasıl gelmiş anlıyorum sikeyim işte anlıyorum, soruyor: nasıl sarhoş olmayabilirsin? anlıyorum bu ağız toplama bir ağız. anlıyorum fısıltıyla tekrar ediyorum: çatı, temel, yapı, kiriş, kolon, büyük metal bloklar, muazzam boyutlarda metal bloklar, ortalarında bir boşluk tahayyülünü zorunlu kılan muazzam boyutlarda metal bloklar, karargah, karargah. toplama bir ağzın bilumum tükürük saçan parçalarından, üstümde uyuduğum pantolonun paçalarından, uyumadan içtiğim kelle paçadan,üstüne kustuğumun sabah, güneş batmadan çıkmalıyım." ----------------------------------------------------------------------------------- "beyaz bir kadının sevgisiyle tüm beyazları sikebilirsin. proust-albertine gibi. çok ince, beyaz bir kadını sevsen biraz rengin açılır biraz da genişlersin o kadar. sevince birleştiğinden ötürü değil, etrafını sardığından ötürü. ben, etrafını sardığımdan ötürü. insan kendiyle konuşarak halini anlayamıyor, başkalarıyla konuşurkenki halinden kendini biliyor. bu kadar yalnız olmamalıydık." -Bakar Notları. ----------------------------------------------------------------------------------- "otobüsle bir yere varıyordum. yanımda bir kadın vardı. inmeden dudağından öpmeye yeltendim. kafasını çevirdiğinden dudağının kenarından öpebildim. vardığım yer kendi kıyımdı. dapdar, sağı solu dağlık kayalık, tam denizin başladığı yerde de kocaman bir kaya, neredeyse denize girecek yer bırakmıyor. hava soğuk deniz dalgalı ama benim çok hoşuma gidiyor. hah diyorum tam benim denize gireceğim hava. kıyının arkasında bir ev vardı içinde heykeller. kafalarına balta geçirilmiş, ben yapmamışım da ağır bir şeyi anlatıyorlar belli hepsi birbirine benziyor. onları da seviyorum. sonra bir arıdan kaçıyorum bal arısı ama sokmaya geliyor niye bilmiyorum. sonunda bir kapıya çarpıp yapıştığını hatırlıyorum. tekrardan kıyıya geliyorum, üzerimi çıkarıyorum uzanıyorum. içimden diyorum: çok sahici bir mutluluk yaşıyorum. sonra uyandım." -----------------------------------------------------------------------------------

buradan girsek sonundan çıkarız

iki gün önce babamla birbirimize yaralarımızı gösterdik. ben ayağımı ve yanağımı gösterdim babamsa bacağını paylaştı. sonra yüzünde hafif bir gülümsemeyle yerine oturdu. bir baba için oğluyla yakınlık kurmak hassas bir mesele. tüm yaralanmalarını açıklıkla yaşarsa babalığı zarar görebilir, hepsini kendine saklarsa da oğlundan bir yakınlık beklemeye yüzü olmayabilir. ya da oğul nereden yaklaşabileceğini bilemez, bu ona hiç öğretilmemiştir. fakat yaralardan başlamak hoşuma gitti. yakınlık deyince hemen aklıma çıplaklık, yara, ezik falan geliyor. insanı da yakını siker zaten. ilkokuldayken, orospuluk yapan liseli bir abla vardı. apandisit ameliyatı olacağımı söylemiştim. bunu her yerde söyleme bilen birisi çok rahat ananı siker demişti. bir de şu durum var. karşısında soyunduğun insana bir ürperti bir utanma gelmesi çok yaralayıcı bir içe kapanış yaşaması. ya da daha kötüsü senden gayrı bir dışarıya varması böyle daha uygar, daha örtük. içe kapanan insan yine bir şeydir de gülmeler hep göze batıyor böyle nispet gibi. ya da işte ağlaması yine ama başka bir omuz arayışı. içimdeki ibneyi kabullenene kadar anam sikildi neyse ki artık ibneysek ne olmuş diyebiliyorum. yazış da. tüm yakınlıklara eşlik eden şüpheyi sikerttirmediler ya bana. böyle zorunlu kılındım. az izleyin büyük orgy dönecek. ümit var beyler. ciddiyim.