Tarlabaşı bulvarının üzerinde bir meyhaneye giderdik
dertlerimiz biriktiğinde.Salaş ve köhne bir meyhane olsada arada kadın sesi de
duyulurdu içeride.Dertli kadınlar.Dertli kadınların sesleri hep çatallı
olurdu.Belki de bu çatallı sesler bizi o mekana bağlamıştı.Mezeleri kötüydü
yoksa, ama rakısı iyi.Masaların üstünde yumuşak dokulu kahverengi bir örtü
vardı.Bu yumuşak örtüye kolumu koymayı çok severdim.İlkokulda yıkamak için
sırayla eve götürdüğümüz örtüleri anımsatıyordu.
O gün meyhane biraz tenhaydı.İki tekli bir de ikili masa
vardı.Teklilerden biri bira içiyordu diğerleri rakıya yumulmuştu.Rakı ve peynir
söyledi sakallı.Sonra, 3 aydır hayatımızın merkezindeki Refik amcayı masaya
yatırmaya başladık.Uzun zamandır adamın peşindeydik, ilk zamanlar bize keyifli
gelen muhabbetleri artık başa dönmüştü.İkimizde çok sıkılmıştık.Evindeki her
eşyayı tüm detayına kadar öğrenmiş, ömrü boyunca sevdiği bütün kadınları
soy isimleriyle ezberlemiştik. Yakınıyorduk ancak ikimizde onu çok sevmiştik ve
ilk kez birinin ölmesini istemiyor gibiydik.Yakınmalarımız bir çocuğun dedesine
yakınması kadar masumdu.Masumiyetimizi bozan tek şey masadaki rakıydı. Meyhanenin
yerel radyosunda bir Neşet Ertaş türküsü çalmaya başladı yakınmalarımızı bıçak
gibi kesti.Dudaklarımız dondu. Ne zaman bir yerlerde Neşet Ertaş çalmaya
başlasa dış seslerimiz kesilir, iç seslerimiz muhabbete devam ederdi. Şarkı
bittiğinde sakallı adam doğruldu ve tuvalete yöneldi. İşemeye erken başladı..