22 Mart 2013 Cuma

sakallı 2


   Tarlabaşı bulvarının üzerinde bir meyhaneye giderdik dertlerimiz biriktiğinde.Salaş ve köhne bir meyhane olsada arada kadın sesi de duyulurdu içeride.Dertli kadınlar.Dertli kadınların sesleri hep çatallı olurdu.Belki de bu çatallı sesler bizi o mekana bağlamıştı.Mezeleri kötüydü yoksa, ama rakısı iyi.Masaların üstünde yumuşak dokulu kahverengi bir örtü vardı.Bu yumuşak örtüye kolumu koymayı çok severdim.İlkokulda yıkamak için sırayla eve götürdüğümüz örtüleri anımsatıyordu.

   O gün meyhane biraz tenhaydı.İki tekli bir de ikili masa vardı.Teklilerden biri bira içiyordu diğerleri rakıya yumulmuştu.Rakı ve peynir söyledi sakallı.Sonra, 3 aydır hayatımızın merkezindeki Refik amcayı masaya yatırmaya başladık.Uzun zamandır adamın peşindeydik, ilk zamanlar bize keyifli gelen muhabbetleri artık başa dönmüştü.İkimizde çok sıkılmıştık.Evindeki her eşyayı tüm detayına kadar öğrenmiş, ömrü boyunca sevdiği bütün kadınları soy isimleriyle ezberlemiştik. Yakınıyorduk ancak ikimizde onu çok sevmiştik ve ilk kez birinin ölmesini istemiyor gibiydik.Yakınmalarımız bir çocuğun dedesine yakınması kadar masumdu.Masumiyetimizi bozan tek şey masadaki rakıydı. Meyhanenin yerel radyosunda bir Neşet Ertaş türküsü çalmaya başladı yakınmalarımızı bıçak gibi kesti.Dudaklarımız dondu. Ne zaman bir yerlerde Neşet Ertaş çalmaya başlasa dış seslerimiz kesilir, iç seslerimiz muhabbete devam ederdi. Şarkı bittiğinde sakallı adam doğruldu ve tuvalete yöneldi. İşemeye erken başladı..

12 Mart 2013 Salı

Alıntı

"Songül karlı bir gündü. Yani sıradan bir şubat günü. Belediyenin düzenlediği Afrika yemekleri etkinliğine gitmek üzere evden çıktım. Öğle yemeğini de böylece bedavaya getirecek, cebimdeki dolarları koruyacaktım. Cebimizde 9000 dolarla işsiz güçsüz yeni bir ülkeye gelmiş, ev tutmuş, döşemiştik. Ve ben bir buçuk yıl aradan sonra bu döşeli eve, annemin evine dönmüştüm. İşsiz güçsüzdüm. Demek ki dolarlarımı korumam gerekiyordu.

City Hall'a vardığımda etkinlik sona ermişti. Bu da beni germişti. Bir yandan toplanan masalar ve boş tabaklar ne kadar acıktığımı gözler önüne sermişti. Çıktım ve ilk gördüğüm pitacıya girdim. Pita Avrupa'da var mı bilmiyorum. Dürüm tadında bir şey ama daha şişmanca. Wrap ile pita arasındaki fark = dürüm ile serdar usta dürümü arasındaki fark. İçeride bir çalışan ve sipariş veren bir müşteri vardı. Çalışan şarkıcı Altay'a benziyordu. İçeri girdiğimi görünce "Hello my friend" dedi. Karizmamdan ödün vermeyip başımla "hey" diyerek selamladım.

Hey. Kendimi çok ezik hissediyordum. 3 hafta kimseyle görüşmediğiniz bir tatilinizi düşünün ve 3 hafta sonunda bir kez gördüğünüz ve bir daha görmeyeceğiniz bir adama karizmatik görünme çabası içinde olduğunuzu. What do you want in your pita my friend? dedi. Artık onun ellerindeydim. Yanlış hey cevabımla beni kazanmıştı, belki de my friend dediği içindir. Lettuce dedim and a little tomatoes and ranch sauce please. Seçtiğim menüye uygun olarak içine tavuk parçacıkları, karides ve avokado ekledi. En ucuzu buydu. Here you go, my friend.

Thanks dedim tüm mahçupluğumla. Arkamı dönüp masaya ilerliyordum ki dayanamadım geri döndüm.

-It's my third week in Canada and nobody called me "my friend" here, dedim. It just felt so good. Thank you for that.
-You better get used to it, my friend. Nobody will call you that here.
-Cevap niteliği taşımayan anlamsız sesler.

Yerime oturacakken "So, where are you from?" dedi. "That you are in Canada for 3 weeks.". Turkey. Aaa, that's nice. That's very nice. Herkes de aynı tepkiyi veriyor amına koyim. Oturdum. You? I'm from Turkey, too.

Özet. Türkiye'yi hiçbir zaman sevmedim. Kanada'ya geldim. İnsanları soğuktur dediler. Dedim ben zaten onu istiyom, ben onu istiyom. Adamın biri my friend dedi. Bildiğim her şeyi unuttum."

ÖZGÜRES(ozgures)